1. Giriş
Türk hukukunda marka ve tasarım hakkının korunması esas
itibariyle 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda düzenlenen hükümlerle
sağlanmaktadır. Öte yandan, marka ve tasarım hakkına yönelik ihlallerin çoğu
zaman Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen “haksız rekabet” hükümlerinin de
kapsamına girebildiği görülmektedir.
Bu durum, Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri ile haksız rekabet
hükümlerinin birlikte uygulanıp uygulanamayacağı, diğer bir ifadeyle bu iki
koruma yolunun kümülatif olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusunu
gündeme getirmektedir. Bu konuya ilişkin öğretide ve yargı kararlarında farklı
yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu yazımızda Yargıtay’ın güncel tarihli kararları ve
bu kararların gerekçeleri bağlamında Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri ve haksız
rekabet hükümlerinin kümülatif uygulanabilirliği hususu incelenecektir.
2. Marka ve Tasarım Hakkı ile Haksız Rekabet Kavramı
Markanın sahibine tanıdığı haklar, SMK m. 7’de düzenlenmiştir.
Bu madde uyarınca Sınai Mülkiyet Kanunu ile sağlanan marka koruması tescil
yoluyla elde edilir ve marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine
aittir. SMK m.7/2-3 uyarınca;
“(2) Marka sahibinin, izinsiz olarak yapılması hâlinde,
aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep etme hakkı vardır:
a) Tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin, tescil
kapsamına giren mal veya hizmetlerde kullanılması.
b) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli
markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri
kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme
ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin
kullanılması.
c) Aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına
bakılmaksızın, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı
tanınmışlık düzeyi nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek
veya itibarına zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek
nitelikteki herhangi bir işaretin haklı bir sebep olmaksızın kullanılması.
(3) Aşağıda belirtilen durumlar, işaretin ticaret alanında
kullanılması hâlinde, ikinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir:
a) İşaretin, mal veya ambalajı üzerine konulması.
b) İşareti taşıyan malların piyasaya sürülmesi, teslim
edilebileceğinin teklif edilmesi, bu amaçlarla stoklanması veya işaret altında
hizmetlerin sunulması ya da sunulabileceğinin teklif edilmesi.
c) İşareti taşıyan malın ithal ya da ihraç edilmesi.
ç) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında
kullanılması.
d) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin
hakkı veya meşru bağlantısı olmaması şartıyla işaretin aynı veya benzerinin
internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde alan adı, yönlendirici kod,
anahtar sözcük ya da benzeri biçimlerde kullanılması.
e) İşaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak
kullanılması.
f) İşaretin hukuka uygun olmayan şekilde karşılaştırmalı
reklamlarda kullanılması.”
Tasarımın sahibine tanıdığı haklar ise SMK m.59’da
düzenlenmiştir. SMK m.59 uyarınca; “Tasarımdan doğan haklar münhasıran
tasarım sahibine aittir. Üçüncü kişiler, tasarım sahibinin izni olmadan koruma
kapsamındaki tasarım veya tasarımın uygulandığı ürünü üretemez, piyasaya
sunamaz, satamaz, ithal edemez, ticari amaçlı kullanamaz veya bu amaçlarla elde
bulunduramaz ya da bu tasarım veya tasarımın uygulandığı ürünle ilgili sözleşme
yapmak için öneride bulunamaz.”
Görüldüğü üzere; gerek marka gerekse tasarım hakkı, sahibine
geniş kapsamlı bir tekel hakkı tanımakta ve üçüncü kişilerin izinsiz
kullanımını yasaklama yetkisi vermektedir. Bu hakların ihlali, çoğu zaman
yalnızca marka veya tasarım hakkına tecavüz teşkil etmekle sınırlı kalmamakta,
aynı zamanda Türk Ticaret Kanunu’nun 54. ve devamı maddelerinde düzenlenen
haksız rekabet hükümlerini de gündeme getirmektedir. Özellikle markanın veya
tasarımın izinsiz kullanımının ticari hayatta yol açtığı karıştırılma, yanıltma
ya da itibar zedeleme halleri, haksız rekabetin tipik görünümleri arasında
sayılabilmektedir.
TTK m. 54/2 uyarınca haksız rekabet ise “rakipler arasında
veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya
dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari
uygulamalar” olarak tanımlanmıştır.
Bu tanım uyarınca da marka ve tasarım hakkına yönelik
ihlaller, yalnızca Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında değil, aynı zamanda Türk
Ticaret Kanunu’nda düzenlenen haksız rekabet hükümleri bakımından da sonuç
doğurabilmektedir. Zira markanın izinsiz kullanımı veya tasarımın taklit
edilmesi, çoğu kez piyasada karıştırılma ihtimaline yol açmakta, tüketicilerin
yanıltılmasına sebep olmakta ve dürüstlük kuralına aykırı ticari uygulamalar
olarak nitelendirilebilmektedir. Bu sebeple, marka ve tasarım hakkına tecavüz
teşkil eden fiiller, aynı zamanda TTK m.54’te tanımlanan haksız rekabetin tipik
görünümlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak burada tartışmalı olan husus, marka veya tasarım
hakkına tecavüz teşkil eden bir fiil karşısında, aynı zamanda haksız rekabet
hükümlerinin de uygulanıp uygulanamayacağı, diğer bir ifadeyle bu iki koruma
yolunun kümülatif biçimde işletilip işletilemeyeceğidir.
4. Fikri Mülkiyet Hukuku ve Haksız Rekabet Hukuku Özelinde
Kümülatif Koruma İlkesi
Kümülatif koruma ilkesi, bir hakkın aynı anda birden fazla
hukuki düzenleme ile güvence altına alınabilmesini ifade eder. Başka bir
deyişle, ihlale konu olan bir fiil birden fazla normun koruma alanına
giriyorsa, hak sahibi bu düzenlemelerden herhangi birine yahut birkaçına
dayanarak koruma talep edebilir.
“Fikri mülkiyet hukukunda kümülatif koruma; her korumaya
ilişkin özel şartları taşımak kaydıyla, hak sahibinin, fikri mülkiyet
haklarından veya haksız rekabetten birine, birkaçına veya tamamına dayanarak
koruma talep edebilmesini ve bu sebepleri dilediği gibi seçebilmesini ifade
etmektedir.”[1]
“Fikri mülkiyet hukuku ve haksız rekabet hukuku özelinde
kümülatif koruma ise, hak sahibinin fikri mülkiyet veya haksız rekabet
hükümlerinden birine, birkaçına veya tamamına dayanarak koruma talep
edebilmesidir.”[2]
Bu ilke kapsamında bir kümelenmenin meydana gelmesi için
mevcut bir fikri mülkiyet korumasına ek olarak haksız rekabet korumasının var
olması gerekir. Kümülatif koruma ilkesinin uygulandığı hâllerde hak sahibinin
tek bir hukuki sebep seçmesi zorunlu olmayıp, gerekli koşulların varlığı
halinde birden fazla dayanak noktasına aynı anda başvurması mümkündür.
Ancak fikri mülkiyet hukuku ile haksız rekabet hukuku
arasındaki ilişki doktrin ve yargı kararlarında halen daha tartışma konusu
yapılan ve üzerinde uzlaşı sağlanamamış bir konudur. Tartışmanın esas noktası
ise mülga 6762 sayılı TTK m. 57/5’te yer alan “ürün adı, unvan, marka,
işaret gibi tanıtma vasıtaları” ifadesine yer verilmesi ancak 1 Temmuz 2012
tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanunda, 6762 sayılı Kanunda değinilen
hükmün yerine getirilen 55 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin 4’üncü
alt bendinde, "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları"
ibaresine yer verilmemesidir. Bu düzenleme değişikliği, marka hakkına ilişkin
SMK hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin bir arada uygulanıp
uygulanamayacağı meselesini, doktrinde ve yargı kararlarında yoğun biçimde
tartışmalı hale getirmiştir. Nitekim aşağıda Yargıtay’ın güncel tarihli ve
birbirinden farklı kararları bağlamında bu tartışma üzerinde durulacaktır.
5. Yargıtay’ın Güncel Tarihli ve Birbirinden Farklı Kararları
Bağlamında Haksız Rekabet ve Sınai Mülkiyet Kanunu Hükümlerinin Kümülatif
Olarak Uygulanabilirliği
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2022/5691 K. 2024/1745 T.
5.3.2024 sayılı kararında;
“Bölge Adliye Mahkemesince, yazılı gerekçeyle davalı
kullanımlarının haksız rekabet teşkil etmeyeceği sonucuna ulaşılmış ise de
Dairemizin 28.12.2022 tarihli, 2021/4883 E., 2022/9613 K. sayılı kararında
ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, fikir ve sanat eserleri hukukunun, marka
hukukunun endüstriyel tasarım ve patent hukukunun konusu, sırasıyla eser,
marka, tasarım ve patent üzerindeki haklar ile bunların sahiplerinin korunması
iken, haksız rekabet hukukunun konusu, dürüstlük ilkesine aykırı ticaret yöntem
ve uygulamalarına karşı emek ilkesi uyarınca, işletmesel çabayı, birikimi ve
yatırımı kapsayan emeğin korunmasıdır. Yani, korumanın dayandığı ilkeler
birbirinden farklıdır. (S. Uzunallı, Markanın Korunmasının Kapsamı ve Tazminat
Talebi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2012, s. 516 vd.) İki grup hükmün öngördüğü
kriterler birbirinden farklı olduğundan birinin uygulanması, diğerinin
uygulanmaması veya tam tersini gerektirmez, eğer şartları varsa her iki
mevzuatın yan yana veya biri diğerinin yokluğunda uygulanabilir (Şehirali
Çelik, Haksız Rekabet, s. 65). Böylece haksız rekabet koruması fikri haklar
korumasını tamamlayan bir konumda olmayıp bağımsız ve kendi kurallarını takip
eden bir koruma olduğundan haksız rekabet kaynaklı talepler fikri haklar
korumasından bağımsız olarak ileri sürülür. O halde korumanın şartları mevcut
olduğu halde haksız rekabet hükümleri fikri mülkiyet hukukuna ilişkin hükümler
yanında doğrudan ve birinci dereceden uygulama alanı bulur (Ü. Tekinalp Fikri
Mülkiyet Hukuku 5. Bası s.37, 2012). Dolayısıyla davalı kullanımlarının marka
hakkına tecavüz teşkil ettiğinin tespiti halinde bu eylem aynı zamanda haksız
rekabet de teşkil edecek olup Bölge Adliye Mahkemesi'nin aksi yöndeki
gerekçesinde isabet bulunmadığından kararın, kabul şekline göre belirtilen
sebeple de bozulması gerekmiştir.” şeklinde değerlendirme
yapılmıştır.[3]
Yukarıda yer verilen Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin
05.03.2024 tarihli kararında, Bölge Adliye Mahkemesi’nin davalı fiillerinin
haksız rekabet teşkil etmeyeceği yönündeki değerlendirmesi yerinde
bulunmamıştır. Kararda, fikrî mülkiyet hukukunun marka, tasarım veya patent
gibi belirli fikrî hakların sahibini korumayı amaçladığı; buna karşılık haksız
rekabet hukukunun ise dürüstlük kuralına aykırı ticari uygulamalara karşı “emek
ilkesini” esas alarak işletmesel çabayı ve yatırımı koruduğu vurgulanmıştır. Yargıtay’a
göre, bu iki koruma mekanizması farklı ilkelere dayandığından birbirini
dışlamamakta; şartları mevcut olduğu takdirde bağımsız şekilde ya da birlikte
uygulanabilmektedir. Bu doğrultuda, davalının marka hakkına tecavüz
niteliğindeki eylemlerinin aynı zamanda haksız rekabet oluşturduğu kabul
edilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi’nin aksi yöndeki gerekçesi isabetsiz
bulunarak kararın bozulmasına hükmedilmiştir.
Yargıtay’ın aynı yıl içerisinde tesis ettiği bir başka kararı
olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/1330 K. 2024/9148 T. 18.12.2024
sayılı kararında ise;
“Somut olay bakımından Dairemizin eski uygulamasına esas
teşkil eden mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 57 nci maddesinin beşinci
fıkrasında ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalarının iltibasa meydan
verebilecek surette kullanılmasının da haksız rekabet hallerinden olduğu
düzenlenmişti. Bu kapsamda tescilli marka ve tasarım haklarının bu şekilde
kullanılmasının marka ve tasarım hakkına tecavüz ile birlikte haksız rekabeti
de oluşturduğu, anılan haklara tecavüz ve haksız rekabetin kesiştiği alanda hem
özel hükümler hem de haksız rekabet hükümleri ile kümülatif korunması gerektiği
Daire uygulaması haline gelmişti. Başlangıçta kümülatif korumanın benimsenmiş
olması, 6762 sayılı Kanunda yer alan bu düzenlemeden kaynaklanmaktaydı. Ancak 1
Temmuz 2012 tarihin de yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanunda, 6762 sayılı Kanunda
değinilen hükmün yerine getirilen 55 inci maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinin 4 üncü alt bendinde, "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma
vasıtaları" ibaresine yer verilmemiştir. Anılan iki hüküm
karşılaştırıldığında 6762 sayılı Kanunun 57 inci maddesinin beşinci fıkrası
"Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticaret işletmesiyle
iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere
başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka,
işaret gibi tanıtma vasıtalarıyla iltibasa meydan veren malları, durumu bilerek
veya bilmeyerek, satışa arz etmek veya şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple
olursa olsun elinde bulundurmak" şeklinde olmasına rağmen, yerine ikame
edilen 6102 sayılı Kanun'un 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin
4 üncü alt bendi "Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya
işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak" şeklindedir.
Görüldüğü üzere yeni hükümde "ad, unvan, marka, işaret
gibi tanıtma vasıtaları" ibaresine yer verilmemiştir. Bunun temel nedeni,
tescilli işletme adı ve ticaret unvanının 6102 sayılı Kanun'un 50 inci ve 53
üncü maddeleri arasındaki hükümlerle düzenlenmesi ve dolayısıyla özel koruma
getirilmesidir. 6102 sayılı Kanun'un 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinin 4 üncü alt bendinin gerekçesinde eski hükümden ayrılmanın nedeni
"Anılan ayırt edici işaretlere ilişkin karıştırılma koşul, hüküm ve
sonuçlarıyla birlikte kendi özel kanun hükmünde kararnamelerinde, yani 556
sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK'da, 554 sayılı Endüstriyel
Tasarımların Korunması Hakkında KHK'da, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin
Korunması Hakkında KHK'da ve unvanla ilgili olarak 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Burada tekrar edilmeleri hem
gereksizdir, hem de yorum güçlüklerine sebep olmaktadır. Anılan cümle
parçalarının burada yer almaları, haksız rekabete ilişkin hükümlerin fikri mülkiyete
ilişkin düzenlemelerde kümülatif uygulanması yönünden gerekli görülemez"
şeklinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda belirtmek gerekirse, kanun koyucunun
haksız rekabete ilişkin eski ve yeni hüküm bağlamında anılan gerekçelerle eski
hükümden ayrılması ile kümülatif koruma yönünden yukarıda belirtilen özel
hükümlerin getirilmesi tescilli marka ve tasarım ile tescilsiz tasarımın tıpkı
faydalı model ve patent hakkı gibi sadece 6769 sayılı Kanun kapsamında
korunmasını yeterli bulduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle artık, 6102 sayılı
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara dayalı açılan davalarda,
tescilli sınai haklar bakımından sadece özel kanun olan SMK hükümleri
uygulanabilecek olup TTK'nın haksız rekabet hükümlerinin anılan özel hükümler
yanında ve aynı anda uygulanması söz konusu olamayacaktır. Diğer bir ifade ile
bu kapsamda kümülatif koruma uygulanmayacaktır (Bkz. NOMER/HELVCI/KAYA, s. 356
vd.; ARKAN, SABİH, Ticari İşletme Hukuku, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma
Enstitüsü, 30. Bası, Ankara 2024, s.363).
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, davacı
tasarım hakkına tecavüzün, haksız rekabetin tespiti, önlenmesi, ref'i
taleplerinde bulunmuş, davalı ise fiili kullanımlarının davacı tasarımına
benzemediğini, bu nedenle kullanımlarının da yasal olduğunu savunarak davanın
reddini istemiştir. Davacının ihlal edildiğini iddia ettiği tasarım hakkı
Türkpatent nezdinde tescilli olup 6769 sayılı Kanun ile getirilen özel
hükümlerle haksız rekabet hukukunu da kapsayacak şekilde ve haksız rekabete
göre daha üstün koruma getirerek düzenlenmiştir. Davacı bu özel hükümlere de
dayanmış olduğundan tasarımın koruma alanları ile haksız rekabetin koruma
alanının kesişmiş olduğu dava konusu olayda yalnızca özel hükümler uygulama
alanı bulacak olup, özel hükmün yanında haksız rekabetin uygulanmasını
gerektirir herhangi bir kanun hükmü olmadığından, özel kanunla birlikte eş
zamanlı olarak haksız rekabet hükümlerinin de uygulanmasının hukuki dayanağı
bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, Dairemizin daha önceki bazı kararlarında da
benimsediği üzere (Yargıtay 11.HD 14.03.2022 gün ve 2019/5189-1852 sayılı, yine
22.04.2021 gün ve 2021/89-3054 sayılı kararları) somut olay bakımından 6769
sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte
uygulanmasını gerektiren kümülatif korumanın uygulama alanı kalmadığı
gözetilerek haksız rekabetin tespiti, men'i ve ref'ine dair talepler
yönünden ret kararı verilmesi
gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, bozmayı
gerektirmiştir.”
şeklinde karar tesis edilmiştir.[4]
Yukarıda yer verilen ve çoğunluk tarafından benimsenen karar
uyarınca; 6102 sayılı TTK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte tescilli marka ve
tasarım hakları bakımından kümülatif koruma ilkesi artık uygulanmayacaktır. Nitekim
çoğunluk görüşüne göre, Mülga 6762 sayılı Kanun döneminde, marka, unvan ve
diğer tanıtma vasıtalarının haksız rekabet kapsamına dahil edilmesi nedeniyle
marka veya tasarım hakkına tecavüz halinde aynı zamanda haksız rekabet
hükümlerinin de devreye girmesi benimsenmişti. Ancak 6102 sayılı Kanun’un 55.
maddesinde bu ifadeye yer verilmemesi ve maddenin gerekçesinde söz konusu ayırt
edici işaretlerin kendi özel kanunları çerçevesinde korunduğunun belirtilmesi
ile tescilli marka ve tasarım haklarının korunmasında özel kanun hükümleri
yeterli görülmüş; TTK’nın haksız rekabet hükümlerinin, SMK hükümleriyle eş
zamanlı olarak uygulanmasının hukuki dayanağı bulunmadığı ifade edilmiştir.
İşbu kararda çoğunluk tarafından tasarım tescilli olduğundan
ve 6769 sayılı Kanun kapsamında özel hükümlerle korunmakta olduğundan, dava
konusu fiillerin yalnızca SMK hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği;
TTK’nın haksız rekabet hükümlerinin ayrıca uygulanmasının mümkün olmadığı
sonucuna varılmıştır. Bu yaklaşım, kümülatif koruma ilkesinin 6102 sayılı TTK
sonrası dönemde tescilli marka ve tasarımlar bakımından geçerliliğini
yitirdiğini göstermektedir.
Ancak Yargıtay’ın bu kararında karşı oy da bulunmaktadır. Kararın
karşı oy görüşünde; kümülatif koruma ilkesinin geçerliliği vurgulanmaktadır.
Karşı görüşe göre, kümülatif koruma, bir fiilin birden fazla hukuki düzenleme
kapsamında korunabilmesi anlamına gelmekte ve hak sahibine, şartlar mevcut
olduğu sürece hem fikri mülkiyet hem de haksız rekabet hükümlerine dayanma
imkânı tanımaktadır. Burada, taleplerin yarışması ile taleplerin seçimlik
olması birbirinden ayrılmakta; aynı vakıa bakımından farklı hukuki sebeplere
dayalı olarak ileri sürülen taleplerin birbirini dışlamadığı belirtilmektedir.
Karşı görüşe göre, fikri mülkiyet koruması mutlak ve hak
sahibine tekelci yetkiler sağlarken, haksız rekabet koruması piyasa, tüketici
ve rakipleri korumakta, dürüst rekabeti sağlamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle,
SMK hükümlerinin haksız rekabet hükümlerini bertaraf ettiği kabul edilirse,
tüketiciler ve meslek örgütleri haksız rekabete karşı korunamayacak ve tecavüz
eylemi kanıtlanamaz hâle gelecektir. Dolayısıyla haksız rekabet hükümleri,
fikri mülkiyet hükümleri yanında bağımsız ve doğrudan uygulanabilir.
Ayrıca, karşı görüş, 6102 sayılı TTK’nın 55/1-a-4 hükmü ile
tüketicinin yanıltılmasının ve piyasadaki karışıklığın önlenmesinin
amaçlandığını, bu düzenlemenin fikri mülkiyet hükümleri ile birlikte
uygulanmasının hem yerli hem de AB hukukuna uygun olduğunu belirtmektedir.
Sonuç olarak, karşı görüş kümülatif korumanın uygulanması gerektiğini
savunmakta ve çoğunluk görüşüne katılmamaktadır.
Yargıtay’ın bir diğer kararı olan Yargıtay 11. Hukuk
Dairesi’nin E. 2024/5992 K. 2025/3691 T. 26.05.2025 sayılı kararında da bir
önceki karar ile aynı doğrultuda; Bölge Adliye Mahkemesi’nin davalının tasarım
hakkına tecavüz ve haksız rekabet iddiaları kapsamında kümülatif koruma uygulamasına
yani tasarımın hem SMK hem de haksız rekabet hükümleri kapsamında
korunabileceği değerlendirmesine karşı Yargıtay, tescilli haklar bakımından
yalnızca 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun uygulanacağını, 6102 sayılı Türk
Ticaret Kanunu’nun haksız rekabet hükümlerinin özel kanun yanında eş zamanlı
olarak uygulanamayacağını vurgulamıştır. Yargıtay’ın çoğunluğu oluşturan
görüşüne göre, tescilli tasarımın SMK kapsamında sağlanan özel ve kapsamlı
koruması, haksız rekabet hükümlerine gerek kalmadan hak sahibini korumaktadır.
Bu nedenle somut olayda, haksız rekabet taleplerinin reddi gerektiği
belirtilmiş ve SMK ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanmasını
öngören kümülatif koruma ilkesinin geçerliliğinin bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.[5]
Ancak kararın karşı oyunda ise; aynı vakıa için birden çok
hukuki sebebe dayanarak talepte bulunulabileceği belirtilmektedir. Fikri
mülkiyet korumasının mutlak ve tekelci nitelikte olup yalnızca hak sahibini
koruduğu, haksız rekabet korumasının ise hem rakipleri hem de tüketicileri
koruduğu ve bağımsız olarak uygulandığı değerlendirmesi yapılmıştır.
Karşı oy, SMK sonrası sınai hakların haksız rekabet
hükümleriyle birlikte korunamayacağı görüşüne karşı çıkarak, TTK’daki
düzenlemeler ile AB hukukunda kümülatif koruma ilkesine uygun olarak, haksız
rekabet hükümlerinin fikri mülkiyet haklarına ek olarak bağımsız şekilde
uygulanabileceğini savunmaktadır. Sonuç olarak, karşı oy kümülatif koruma
ilkesinin geçerli olduğunu ifade etmektedir.
Yargıtay’ın bu tartışmaya ilişkin en güncel tarihli kararında
olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/6928 K. 2025/4637 T. 30.06.2025
sayılı kararında ise;
“Davacının ihlal edildiğini iddia ettiği marka hakkı
TürkPatent ve Marka Kurumu nezdinde tescilli olup 6769 sayılı Sınai Mülkiyet
Kanunu (SMK) ile getirilen özel hükümlerle haksız rekabet hukukunu da
kapsayacak şekilde ve haksız rekabete göre daha üstün koruma getirerek
düzenlenmiştir. Davacı bu özel hükümlere de dayanmış olduğundan marka koruma
alanları ile haksız rekabetin koruma alanının kesişmiş olduğu dava konusu
olayda yalnızca özel hükümler uygulama alanı bulacak olup, özel hükmün yanında
haksız rekabetin uygulanmasını gerektirir herhangi bir kanun hükmü olmadığından,
özel kanunla birlikte eş zamanlı olarak haksız rekabet hükümlerinin de
uygulanmasının hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, Dairemizin daha önceki bazı kararlarında da
benimsediği üzere (Yargıtay 11.HD14.03.2022 gün ve 2019/5189-1852 sayılı, yine
22.04.2021 gün ve 2021/89-3054 sayılı kararları) somut olay bakımından SMK ile
haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanmasını gerektiren kümülatif
korumanın uygulama alanı kalmadığı gözetilerek talebin, haksız rekabetin menine
dair kısmı yönünden ret kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm
kurulması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.”
şeklinde değerlendirme yapılmıştır.[6]
Ancak bu kararın da karşı oyu bulunmakla birlikte karşı oyda;
haksız rekabet hükümlerinin, fikri mülkiyet korumasının yanında bağımsız ve
birinci dereceden uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca, TTK’nın
karıştırılma ihtimali düzenlemesi ve Avrupa Birliği mevzuatının da kümülatif
korumanın geçerliliğini desteklediği, özel hukuki düzenlemelerin haksız rekabet
hükümlerini ortadan kaldırmadığı ifade edilmektedir. Bu nedenle, çoğunluğun SMK
hükümlerinin haksız rekabet hükümlerini tamamen bertaraf ettiği yönündeki
değerlendirmesine katılınmamış ve kümülatif koruma ilkesinin uygulanabilirliği
savunulmuştur.
6. Sonuç
İncelenen Yargıtay kararları, marka ve tasarım hakkına
ilişkin 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) hükümleri ile haksız rekabet
hükümlerinin birlikte uygulanabilirliği konusunda bir görüş birliği
bulunmadığını ortaya koymaktadır. Yargıtay’ın güncel tarihli kararlarındaki
çoğunluk görüşü, SMK kapsamındaki özel hükümler ile haksız rekabet hükümlerinin
kesiştiği durumlarda yalnızca SMK hükümlerinin uygulanabileceğini ve haksız
rekabet hükümlerinin bu bağlamda ikincil nitelik taşıdığını savunmaktadır. Buna
karşılık, karşı oy görüşleri haksız rekabet hukukunun fikri mülkiyet korumasını
tamamlayan, bağımsız ve doğrudan uygulanabilir bir koruma mekanizması olduğunu;
dolayısıyla SMK hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin somut olay şartlarına
göre kümülatif olarak uygulanabileceğini ileri sürmektedir. Bu çelişkili
içtihat durumu, hak sahibinin hangi koruma yoluna dayanacağı, taleplerin
niteliği ve ihlalin kapsamına göre somut olarak değerlendirilmesini zorunlu
kılmaktadır.
Sonuç olarak, Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri ile haksız
rekabet hükümlerinin kümülatif uygulanabilirliği hâlen tartışmalı olup, yargı
kararları bağlamında kesin bir içtihat birliği oluşmamıştır; uygulamada her iki
koruma yolunun birlikte veya ayrı ayrı ele alınabileceği, ancak her davada özel
koşulların dikkatle incelenmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Av. Ezgi Karpınar
Kaynakça:
1.
Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku (On İki Levha 2012) 639; Hayri Bozgeyik ve
Sefa Er, ‘Tasarımlar için Kümülatif Koruma’ (2019) 5(1) Ticaret ve Fikri
Mülkiyet Hukuku Dergisi 23; Önder Suat Uluçlar, Fikri Mülkiyet Haklarında
Kümülasyon (Yetkin 2024) 129; Martin Senftleben, The Copyright/Trademark
Interface - How the Expansion of Trademark Protection is Stifling Cultural
Creativity, (Kluwer Law International 2020) 14; Suluk, Karasu, Nal (n3) 55;
Tekinalp (n3) 37.
2.
Şehirali Çelik (n 1) 134-135; Bozgeyik ve Er (n 1) 24; Işık Yaşlı (n 1) 115.
3.
Yargıtay
11. Hukuk Dairesi’nin E. 2022/5691 K. 2024/1745 T. 5.3.2024 Sayılı Kararı
4. Yargıtay 11. Hukuk
Dairesi’nin E. 2024/1330 K. 2024/9148 T. 18.12.2024 Sayılı Kararı
5. Yargıtay 11. Hukuk
Dairesi’nin E. 2024/5992 K. 2025/3691 T. 26.05.2025 Sayılı Kararı
6. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/6928 K. 2025/4637 T. 30.06.2025 Sayılı Kararı