Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

YARGITAY’IN GÜNCEL TARİHLİ KARARLARI BAĞLAMINDA SINAİ MÜLKİYET KANUNU HÜKÜMLERİNİN VE HAKSIZ REKABET HÜKÜMLERİNİN KÜMÜLATİF UYGULANABİLİRLİĞİ

YARGITAY’IN GÜNCEL TARİHLİ KARARLARI BAĞLAMINDA SINAİ MÜLKİYET KANUNU HÜKÜMLERİNİN VE HAKSIZ REKABET HÜKÜMLERİNİN KÜMÜLATİF UYGULANABİLİRLİĞİ

1. Giriş

 

Türk hukukunda marka ve tasarım hakkının korunması esas itibariyle 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda düzenlenen hükümlerle sağlanmaktadır. Öte yandan, marka ve tasarım hakkına yönelik ihlallerin çoğu zaman Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen “haksız rekabet” hükümlerinin de kapsamına girebildiği görülmektedir.

 

Bu durum, Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanıp uygulanamayacağı, diğer bir ifadeyle bu iki koruma yolunun kümülatif olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusunu gündeme getirmektedir. Bu konuya ilişkin öğretide ve yargı kararlarında farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu yazımızda Yargıtay’ın güncel tarihli kararları ve bu kararların gerekçeleri bağlamında Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri ve haksız rekabet hükümlerinin kümülatif uygulanabilirliği hususu incelenecektir.

 

2. Marka ve Tasarım Hakkı ile Haksız Rekabet Kavramı

 

Markanın sahibine tanıdığı haklar, SMK m. 7’de düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca Sınai Mülkiyet Kanunu ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir ve marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. SMK m.7/2-3 uyarınca;

 

“(2) Marka sahibinin, izinsiz olarak yapılması hâlinde, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep etme hakkı vardır:

a) Tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin, tescil kapsamına giren mal veya hizmetlerde kullanılması.

b) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması.

c) Aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına bakılmaksızın, tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek veya itibarına zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin haklı bir sebep olmaksızın kullanılması.

 

(3) Aşağıda belirtilen durumlar, işaretin ticaret alanında kullanılması hâlinde, ikinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir:

a) İşaretin, mal veya ambalajı üzerine konulması.

b) İşareti taşıyan malların piyasaya sürülmesi, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi, bu amaçlarla stoklanması veya işaret altında hizmetlerin sunulması ya da sunulabileceğinin teklif edilmesi.

c) İşareti taşıyan malın ithal ya da ihraç edilmesi.

ç) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması.

d) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bağlantısı olmaması şartıyla işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük ya da benzeri biçimlerde kullanılması.

e) İşaretin ticaret unvanı ya da işletme adı olarak kullanılması.

f) İşaretin hukuka uygun olmayan şekilde karşılaştırmalı reklamlarda kullanılması.”

 

Tasarımın sahibine tanıdığı haklar ise SMK m.59’da düzenlenmiştir. SMK m.59 uyarınca; “Tasarımdan doğan haklar münhasıran tasarım sahibine aittir. Üçüncü kişiler, tasarım sahibinin izni olmadan koruma kapsamındaki tasarım veya tasarımın uygulandığı ürünü üretemez, piyasaya sunamaz, satamaz, ithal edemez, ticari amaçlı kullanamaz veya bu amaçlarla elde bulunduramaz ya da bu tasarım veya tasarımın uygulandığı ürünle ilgili sözleşme yapmak için öneride bulunamaz.”

 

Görüldüğü üzere; gerek marka gerekse tasarım hakkı, sahibine geniş kapsamlı bir tekel hakkı tanımakta ve üçüncü kişilerin izinsiz kullanımını yasaklama yetkisi vermektedir. Bu hakların ihlali, çoğu zaman yalnızca marka veya tasarım hakkına tecavüz teşkil etmekle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda Türk Ticaret Kanunu’nun 54. ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız rekabet hükümlerini de gündeme getirmektedir. Özellikle markanın veya tasarımın izinsiz kullanımının ticari hayatta yol açtığı karıştırılma, yanıltma ya da itibar zedeleme halleri, haksız rekabetin tipik görünümleri arasında sayılabilmektedir.

 

TTK m. 54/2 uyarınca haksız rekabet ise “rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar” olarak tanımlanmıştır.

 

Bu tanım uyarınca da marka ve tasarım hakkına yönelik ihlaller, yalnızca Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında değil, aynı zamanda Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen haksız rekabet hükümleri bakımından da sonuç doğurabilmektedir. Zira markanın izinsiz kullanımı veya tasarımın taklit edilmesi, çoğu kez piyasada karıştırılma ihtimaline yol açmakta, tüketicilerin yanıltılmasına sebep olmakta ve dürüstlük kuralına aykırı ticari uygulamalar olarak nitelendirilebilmektedir. Bu sebeple, marka ve tasarım hakkına tecavüz teşkil eden fiiller, aynı zamanda TTK m.54’te tanımlanan haksız rekabetin tipik görünümlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Ancak burada tartışmalı olan husus, marka veya tasarım hakkına tecavüz teşkil eden bir fiil karşısında, aynı zamanda haksız rekabet hükümlerinin de uygulanıp uygulanamayacağı, diğer bir ifadeyle bu iki koruma yolunun kümülatif biçimde işletilip işletilemeyeceğidir.

 

4. Fikri Mülkiyet Hukuku ve Haksız Rekabet Hukuku Özelinde Kümülatif Koruma İlkesi

 

Kümülatif koruma ilkesi, bir hakkın aynı anda birden fazla hukuki düzenleme ile güvence altına alınabilmesini ifade eder. Başka bir deyişle, ihlale konu olan bir fiil birden fazla normun koruma alanına giriyorsa, hak sahibi bu düzenlemelerden herhangi birine yahut birkaçına dayanarak koruma talep edebilir.

 

“Fikri mülkiyet hukukunda kümülatif koruma; her korumaya ilişkin özel şartları taşımak kaydıyla, hak sahibinin, fikri mülkiyet haklarından veya haksız rekabetten birine, birkaçına veya tamamına dayanarak koruma talep edebilmesini ve bu sebepleri dilediği gibi seçebilmesini ifade etmektedir.”[1]

“Fikri mülkiyet hukuku ve haksız rekabet hukuku özelinde kümülatif koruma ise, hak sahibinin fikri mülkiyet veya haksız rekabet hükümlerinden birine, birkaçına veya tamamına dayanarak koruma talep edebilmesidir.”[2]

 

Bu ilke kapsamında bir kümelenmenin meydana gelmesi için mevcut bir fikri mülkiyet korumasına ek olarak haksız rekabet korumasının var olması gerekir. Kümülatif koruma ilkesinin uygulandığı hâllerde hak sahibinin tek bir hukuki sebep seçmesi zorunlu olmayıp, gerekli koşulların varlığı halinde birden fazla dayanak noktasına aynı anda başvurması mümkündür.

 

Ancak fikri mülkiyet hukuku ile haksız rekabet hukuku arasındaki ilişki doktrin ve yargı kararlarında halen daha tartışma konusu yapılan ve üzerinde uzlaşı sağlanamamış bir konudur. Tartışmanın esas noktası ise mülga 6762 sayılı TTK m. 57/5’te yer alan “ürün adı, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları” ifadesine yer verilmesi ancak 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanunda, 6762 sayılı Kanunda değinilen hükmün yerine getirilen 55 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin 4’üncü alt bendinde, "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" ibaresine yer verilmemesidir. Bu düzenleme değişikliği, marka hakkına ilişkin SMK hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin bir arada uygulanıp uygulanamayacağı meselesini, doktrinde ve yargı kararlarında yoğun biçimde tartışmalı hale getirmiştir. Nitekim aşağıda Yargıtay’ın güncel tarihli ve birbirinden farklı kararları bağlamında bu tartışma üzerinde durulacaktır.

 

5. Yargıtay’ın Güncel Tarihli ve Birbirinden Farklı Kararları Bağlamında Haksız Rekabet ve Sınai Mülkiyet Kanunu Hükümlerinin Kümülatif Olarak Uygulanabilirliği

 

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E. 2022/5691 K. 2024/1745 T. 5.3.2024 sayılı kararında;

“Bölge Adliye Mahkemesince, yazılı gerekçeyle davalı kullanımlarının haksız rekabet teşkil etmeyeceği sonucuna ulaşılmış ise de Dairemizin 28.12.2022 tarihli, 2021/4883 E., 2022/9613 K. sayılı kararında ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, fikir ve sanat eserleri hukukunun, marka hukukunun endüstriyel tasarım ve patent hukukunun konusu, sırasıyla eser, marka, tasarım ve patent üzerindeki haklar ile bunların sahiplerinin korunması iken, haksız rekabet hukukunun konusu, dürüstlük ilkesine aykırı ticaret yöntem ve uygulamalarına karşı emek ilkesi uyarınca, işletmesel çabayı, birikimi ve yatırımı kapsayan emeğin korunmasıdır. Yani, korumanın dayandığı ilkeler birbirinden farklıdır. (S. Uzunallı, Markanın Korunmasının Kapsamı ve Tazminat Talebi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2012, s. 516 vd.) İki grup hükmün öngördüğü kriterler birbirinden farklı olduğundan birinin uygulanması, diğerinin uygulanmaması veya tam tersini gerektirmez, eğer şartları varsa her iki mevzuatın yan yana veya biri diğerinin yokluğunda uygulanabilir (Şehirali Çelik, Haksız Rekabet, s. 65). Böylece haksız rekabet koruması fikri haklar korumasını tamamlayan bir konumda olmayıp bağımsız ve kendi kurallarını takip eden bir koruma olduğundan haksız rekabet kaynaklı talepler fikri haklar korumasından bağımsız olarak ileri sürülür. O halde korumanın şartları mevcut olduğu halde haksız rekabet hükümleri fikri mülkiyet hukukuna ilişkin hükümler yanında doğrudan ve birinci dereceden uygulama alanı bulur (Ü. Tekinalp Fikri Mülkiyet Hukuku 5. Bası s.37, 2012). Dolayısıyla davalı kullanımlarının marka hakkına tecavüz teşkil ettiğinin tespiti halinde bu eylem aynı zamanda haksız rekabet de teşkil edecek olup Bölge Adliye Mahkemesi'nin aksi yöndeki gerekçesinde isabet bulunmadığından kararın, kabul şekline göre belirtilen sebeple de bozulması gerekmiştir.” şeklinde değerlendirme yapılmıştır.[3]

 

Yukarıda yer verilen Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 05.03.2024 tarihli kararında, Bölge Adliye Mahkemesi’nin davalı fiillerinin haksız rekabet teşkil etmeyeceği yönündeki değerlendirmesi yerinde bulunmamıştır. Kararda, fikrî mülkiyet hukukunun marka, tasarım veya patent gibi belirli fikrî hakların sahibini korumayı amaçladığı; buna karşılık haksız rekabet hukukunun ise dürüstlük kuralına aykırı ticari uygulamalara karşı “emek ilkesini” esas alarak işletmesel çabayı ve yatırımı koruduğu vurgulanmıştır. Yargıtay’a göre, bu iki koruma mekanizması farklı ilkelere dayandığından birbirini dışlamamakta; şartları mevcut olduğu takdirde bağımsız şekilde ya da birlikte uygulanabilmektedir. Bu doğrultuda, davalının marka hakkına tecavüz niteliğindeki eylemlerinin aynı zamanda haksız rekabet oluşturduğu kabul edilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi’nin aksi yöndeki gerekçesi isabetsiz bulunarak kararın bozulmasına hükmedilmiştir.

 

Yargıtay’ın aynı yıl içerisinde tesis ettiği bir başka kararı olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/1330 K. 2024/9148 T. 18.12.2024 sayılı kararında ise;

Somut olay bakımından Dairemizin eski uygulamasına esas teşkil eden mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 57 nci maddesinin beşinci fıkrasında ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalarının iltibasa meydan verebilecek surette kullanılmasının da haksız rekabet hallerinden olduğu düzenlenmişti. Bu kapsamda tescilli marka ve tasarım haklarının bu şekilde kullanılmasının marka ve tasarım hakkına tecavüz ile birlikte haksız rekabeti de oluşturduğu, anılan haklara tecavüz ve haksız rekabetin kesiştiği alanda hem özel hükümler hem de haksız rekabet hükümleri ile kümülatif korunması gerektiği Daire uygulaması haline gelmişti. Başlangıçta kümülatif korumanın benimsenmiş olması, 6762 sayılı Kanunda yer alan bu düzenlemeden kaynaklanmaktaydı. Ancak 1 Temmuz 2012 tarihin de yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanunda, 6762 sayılı Kanunda değinilen hükmün yerine getirilen 55 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin 4 üncü alt bendinde, "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" ibaresine yer verilmemiştir. Anılan iki hüküm karşılaştırıldığında 6762 sayılı Kanunun 57 inci maddesinin beşinci fıkrası "Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticaret işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalarıyla iltibasa meydan veren malları, durumu bilerek veya bilmeyerek, satışa arz etmek veya şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple olursa olsun elinde bulundurmak" şeklinde olmasına rağmen, yerine ikame edilen 6102 sayılı Kanun'un 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 4 üncü alt bendi "Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak" şeklindedir.

 

Görüldüğü üzere yeni hükümde "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" ibaresine yer verilmemiştir. Bunun temel nedeni, tescilli işletme adı ve ticaret unvanının 6102 sayılı Kanun'un 50 inci ve 53 üncü maddeleri arasındaki hükümlerle düzenlenmesi ve dolayısıyla özel koruma getirilmesidir. 6102 sayılı Kanun'un 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 4 üncü alt bendinin gerekçesinde eski hükümden ayrılmanın nedeni "Anılan ayırt edici işaretlere ilişkin karıştırılma koşul, hüküm ve sonuçlarıyla birlikte kendi özel kanun hükmünde kararnamelerinde, yani 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK'da, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında KHK'da, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında KHK'da ve unvanla ilgili olarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Burada tekrar edilmeleri hem gereksizdir, hem de yorum güçlüklerine sebep olmaktadır. Anılan cümle parçalarının burada yer almaları, haksız rekabete ilişkin hükümlerin fikri mülkiyete ilişkin düzenlemelerde kümülatif uygulanması yönünden gerekli görülemez" şeklinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda belirtmek gerekirse, kanun koyucunun haksız rekabete ilişkin eski ve yeni hüküm bağlamında anılan gerekçelerle eski hükümden ayrılması ile kümülatif koruma yönünden yukarıda belirtilen özel hükümlerin getirilmesi tescilli marka ve tasarım ile tescilsiz tasarımın tıpkı faydalı model ve patent hakkı gibi sadece 6769 sayılı Kanun kapsamında korunmasını yeterli bulduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle artık, 6102 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara dayalı açılan davalarda, tescilli sınai haklar bakımından sadece özel kanun olan SMK hükümleri uygulanabilecek olup TTK'nın haksız rekabet hükümlerinin anılan özel hükümler yanında ve aynı anda uygulanması söz konusu olamayacaktır. Diğer bir ifade ile bu kapsamda kümülatif koruma uygulanmayacaktır (Bkz. NOMER/HELVCI/KAYA, s. 356 vd.; ARKAN, SABİH, Ticari İşletme Hukuku, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 30. Bası, Ankara 2024, s.363).

 

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, davacı tasarım hakkına tecavüzün, haksız rekabetin tespiti, önlenmesi, ref'i taleplerinde bulunmuş, davalı ise fiili kullanımlarının davacı tasarımına benzemediğini, bu nedenle kullanımlarının da yasal olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Davacının ihlal edildiğini iddia ettiği tasarım hakkı Türkpatent nezdinde tescilli olup 6769 sayılı Kanun ile getirilen özel hükümlerle haksız rekabet hukukunu da kapsayacak şekilde ve haksız rekabete göre daha üstün koruma getirerek düzenlenmiştir. Davacı bu özel hükümlere de dayanmış olduğundan tasarımın koruma alanları ile haksız rekabetin koruma alanının kesişmiş olduğu dava konusu olayda yalnızca özel hükümler uygulama alanı bulacak olup, özel hükmün yanında haksız rekabetin uygulanmasını gerektirir herhangi bir kanun hükmü olmadığından, özel kanunla birlikte eş zamanlı olarak haksız rekabet hükümlerinin de uygulanmasının hukuki dayanağı bulunmamaktadır.

 

Hal böyle olunca, Dairemizin daha önceki bazı kararlarında da benimsediği üzere (Yargıtay 11.HD 14.03.2022 gün ve 2019/5189-1852 sayılı, yine 22.04.2021 gün ve 2021/89-3054 sayılı kararları) somut olay bakımından 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanmasını gerektiren kümülatif korumanın uygulama alanı kalmadığı gözetilerek haksız rekabetin tespiti, men'i ve ref'ine dair talepler yönünden  ret kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.”

 

şeklinde karar tesis edilmiştir.[4]

 

Yukarıda yer verilen ve çoğunluk tarafından benimsenen karar uyarınca; 6102 sayılı TTK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte tescilli marka ve tasarım hakları bakımından kümülatif koruma ilkesi artık uygulanmayacaktır. Nitekim çoğunluk görüşüne göre, Mülga 6762 sayılı Kanun döneminde, marka, unvan ve diğer tanıtma vasıtalarının haksız rekabet kapsamına dahil edilmesi nedeniyle marka veya tasarım hakkına tecavüz halinde aynı zamanda haksız rekabet hükümlerinin de devreye girmesi benimsenmişti. Ancak 6102 sayılı Kanun’un 55. maddesinde bu ifadeye yer verilmemesi ve maddenin gerekçesinde söz konusu ayırt edici işaretlerin kendi özel kanunları çerçevesinde korunduğunun belirtilmesi ile tescilli marka ve tasarım haklarının korunmasında özel kanun hükümleri yeterli görülmüş; TTK’nın haksız rekabet hükümlerinin, SMK hükümleriyle eş zamanlı olarak uygulanmasının hukuki dayanağı bulunmadığı ifade edilmiştir.

 

İşbu kararda çoğunluk tarafından tasarım tescilli olduğundan ve 6769 sayılı Kanun kapsamında özel hükümlerle korunmakta olduğundan, dava konusu fiillerin yalnızca SMK hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği; TTK’nın haksız rekabet hükümlerinin ayrıca uygulanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu yaklaşım, kümülatif koruma ilkesinin 6102 sayılı TTK sonrası dönemde tescilli marka ve tasarımlar bakımından geçerliliğini yitirdiğini göstermektedir.

 

Ancak Yargıtay’ın bu kararında karşı oy da bulunmaktadır. Kararın karşı oy görüşünde; kümülatif koruma ilkesinin geçerliliği vurgulanmaktadır. Karşı görüşe göre, kümülatif koruma, bir fiilin birden fazla hukuki düzenleme kapsamında korunabilmesi anlamına gelmekte ve hak sahibine, şartlar mevcut olduğu sürece hem fikri mülkiyet hem de haksız rekabet hükümlerine dayanma imkânı tanımaktadır. Burada, taleplerin yarışması ile taleplerin seçimlik olması birbirinden ayrılmakta; aynı vakıa bakımından farklı hukuki sebeplere dayalı olarak ileri sürülen taleplerin birbirini dışlamadığı belirtilmektedir.

 

Karşı görüşe göre, fikri mülkiyet koruması mutlak ve hak sahibine tekelci yetkiler sağlarken, haksız rekabet koruması piyasa, tüketici ve rakipleri korumakta, dürüst rekabeti sağlamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle, SMK hükümlerinin haksız rekabet hükümlerini bertaraf ettiği kabul edilirse, tüketiciler ve meslek örgütleri haksız rekabete karşı korunamayacak ve tecavüz eylemi kanıtlanamaz hâle gelecektir. Dolayısıyla haksız rekabet hükümleri, fikri mülkiyet hükümleri yanında bağımsız ve doğrudan uygulanabilir.

 

Ayrıca, karşı görüş, 6102 sayılı TTK’nın 55/1-a-4 hükmü ile tüketicinin yanıltılmasının ve piyasadaki karışıklığın önlenmesinin amaçlandığını, bu düzenlemenin fikri mülkiyet hükümleri ile birlikte uygulanmasının hem yerli hem de AB hukukuna uygun olduğunu belirtmektedir. Sonuç olarak, karşı görüş kümülatif korumanın uygulanması gerektiğini savunmakta ve çoğunluk görüşüne katılmamaktadır.

 

Yargıtay’ın bir diğer kararı olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/5992 K. 2025/3691 T. 26.05.2025 sayılı kararında da bir önceki karar ile aynı doğrultuda; Bölge Adliye Mahkemesi’nin davalının tasarım hakkına tecavüz ve haksız rekabet iddiaları kapsamında kümülatif koruma uygulamasına yani tasarımın hem SMK hem de haksız rekabet hükümleri kapsamında korunabileceği değerlendirmesine karşı Yargıtay, tescilli haklar bakımından yalnızca 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun uygulanacağını, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun haksız rekabet hükümlerinin özel kanun yanında eş zamanlı olarak uygulanamayacağını vurgulamıştır. Yargıtay’ın çoğunluğu oluşturan görüşüne göre, tescilli tasarımın SMK kapsamında sağlanan özel ve kapsamlı koruması, haksız rekabet hükümlerine gerek kalmadan hak sahibini korumaktadır. Bu nedenle somut olayda, haksız rekabet taleplerinin reddi gerektiği belirtilmiş ve SMK ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanmasını öngören kümülatif koruma ilkesinin geçerliliğinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.[5]

 

Ancak kararın karşı oyunda ise; aynı vakıa için birden çok hukuki sebebe dayanarak talepte bulunulabileceği belirtilmektedir. Fikri mülkiyet korumasının mutlak ve tekelci nitelikte olup yalnızca hak sahibini koruduğu, haksız rekabet korumasının ise hem rakipleri hem de tüketicileri koruduğu ve bağımsız olarak uygulandığı değerlendirmesi yapılmıştır.

 

Karşı oy, SMK sonrası sınai hakların haksız rekabet hükümleriyle birlikte korunamayacağı görüşüne karşı çıkarak, TTK’daki düzenlemeler ile AB hukukunda kümülatif koruma ilkesine uygun olarak, haksız rekabet hükümlerinin fikri mülkiyet haklarına ek olarak bağımsız şekilde uygulanabileceğini savunmaktadır. Sonuç olarak, karşı oy kümülatif koruma ilkesinin geçerli olduğunu ifade etmektedir.

 

Yargıtay’ın bu tartışmaya ilişkin en güncel tarihli kararında olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/6928 K. 2025/4637 T. 30.06.2025 sayılı kararında ise;

“Davacının ihlal edildiğini iddia ettiği marka hakkı TürkPatent ve Marka Kurumu nezdinde tescilli olup 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile getirilen özel hükümlerle haksız rekabet hukukunu da kapsayacak şekilde ve haksız rekabete göre daha üstün koruma getirerek düzenlenmiştir. Davacı bu özel hükümlere de dayanmış olduğundan marka koruma alanları ile haksız rekabetin koruma alanının kesişmiş olduğu dava konusu olayda yalnızca özel hükümler uygulama alanı bulacak olup, özel hükmün yanında haksız rekabetin uygulanmasını gerektirir herhangi bir kanun hükmü olmadığından, özel kanunla birlikte eş zamanlı olarak haksız rekabet hükümlerinin de uygulanmasının hukuki dayanağı bulunmamaktadır.

 

Hal böyle olunca, Dairemizin daha önceki bazı kararlarında da benimsediği üzere (Yargıtay 11.HD14.03.2022 gün ve 2019/5189-1852 sayılı, yine 22.04.2021 gün ve 2021/89-3054 sayılı kararları) somut olay bakımından SMK ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanmasını gerektiren kümülatif korumanın uygulama alanı kalmadığı gözetilerek talebin, haksız rekabetin menine dair kısmı yönünden ret kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.”

 

şeklinde değerlendirme yapılmıştır.[6]

 

Ancak bu kararın da karşı oyu bulunmakla birlikte karşı oyda; haksız rekabet hükümlerinin, fikri mülkiyet korumasının yanında bağımsız ve birinci dereceden uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca, TTK’nın karıştırılma ihtimali düzenlemesi ve Avrupa Birliği mevzuatının da kümülatif korumanın geçerliliğini desteklediği, özel hukuki düzenlemelerin haksız rekabet hükümlerini ortadan kaldırmadığı ifade edilmektedir. Bu nedenle, çoğunluğun SMK hükümlerinin haksız rekabet hükümlerini tamamen bertaraf ettiği yönündeki değerlendirmesine katılınmamış ve kümülatif koruma ilkesinin uygulanabilirliği savunulmuştur.

 

6. Sonuç

 

İncelenen Yargıtay kararları, marka ve tasarım hakkına ilişkin 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanabilirliği konusunda bir görüş birliği bulunmadığını ortaya koymaktadır. Yargıtay’ın güncel tarihli kararlarındaki çoğunluk görüşü, SMK kapsamındaki özel hükümler ile haksız rekabet hükümlerinin kesiştiği durumlarda yalnızca SMK hükümlerinin uygulanabileceğini ve haksız rekabet hükümlerinin bu bağlamda ikincil nitelik taşıdığını savunmaktadır. Buna karşılık, karşı oy görüşleri haksız rekabet hukukunun fikri mülkiyet korumasını tamamlayan, bağımsız ve doğrudan uygulanabilir bir koruma mekanizması olduğunu; dolayısıyla SMK hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin somut olay şartlarına göre kümülatif olarak uygulanabileceğini ileri sürmektedir. Bu çelişkili içtihat durumu, hak sahibinin hangi koruma yoluna dayanacağı, taleplerin niteliği ve ihlalin kapsamına göre somut olarak değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.

 

Sonuç olarak, Sınai Mülkiyet Kanunu hükümleri ile haksız rekabet hükümlerinin kümülatif uygulanabilirliği hâlen tartışmalı olup, yargı kararları bağlamında kesin bir içtihat birliği oluşmamıştır; uygulamada her iki koruma yolunun birlikte veya ayrı ayrı ele alınabileceği, ancak her davada özel koşulların dikkatle incelenmesi gerektiği kabul edilmelidir.

 

Av. Ezgi Karpınar

 

Kaynakça:

1. Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku (On İki Levha 2012) 639; Hayri Bozgeyik ve Sefa Er, ‘Tasarımlar için Kümülatif Koruma’ (2019) 5(1) Ticaret ve Fikri Mülkiyet Hukuku Dergisi 23; Önder Suat Uluçlar, Fikri Mülkiyet Haklarında Kümülasyon (Yetkin 2024) 129; Martin Senftleben, The Copyright/Trademark Interface - How the Expansion of Trademark Protection is Stifling Cultural Creativity, (Kluwer Law International 2020) 14; Suluk, Karasu, Nal (n3) 55; Tekinalp (n3) 37.

2. Şehirali Çelik (n 1) 134-135; Bozgeyik ve Er (n 1) 24; Işık Yaşlı (n 1) 115.

3. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2022/5691 K. 2024/1745 T. 5.3.2024 Sayılı Kararı

4. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/1330 K. 2024/9148 T. 18.12.2024 Sayılı Kararı

5. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/5992 K. 2025/3691 T. 26.05.2025 Sayılı Kararı

6. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin E. 2024/6928 K. 2025/4637 T. 30.06.2025 Sayılı Kararı

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN