•Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu- 2021/1 E. 2022/3 K. 03.06.2022 T.
-İcra
takibine maruz kalan borçlu, vekil marifetiyle takibe itiraz ettiğinde, itiraz
üzerine duran icra takibinin devamını sağlamak için alacaklının açacağı
itirazın iptali davasında dava dilekçesinin asıla tebliğ edilmesi
gerekmektedir.
İçtihadı
birleştirmenin konusu, icra takibine maruz kalan borçlu, vekil marifetiyle
takibe itiraz ettiğinde itiraz üzerine duran icra takibinin devamını sağlamak
için, alacaklının açacağı itirazın iptali davasında, dava dilekçesinin vekile
mi asıla mı tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkindir.
Takip
alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip
borçlusuna kurs açılan itirazın iptali davasının konusu, icra takibine konu
edilen alacaklar olup, davanın amacı itirazla duran takibin devamını
sağlamaktır. İtirazın iptali davası İİK’nın 67. jsinin 1. Fıkrası uyarınca
yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabi olduğundan normal bir hukuk
davası gibi açılır. Bu nedenle HMK’nın 119. maddesinde belirtilen dava
dilekçesinde bulunması gereken, hususlar itirazın iptali davasında da
uygulanır.
Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinin 1. Fıkrasının (ç) bendinde dava
dilekçesinde “Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı,
soyadı ve adresleri” nin bulunması gerektiği düzenlenmiştir. Maddede “Varsa
tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve
adreslerinin” yazılması öngörüldüğü hâlde “Varsa davalı vekilinin adı, soyadı
ve adresinin” de yazılması gerektiği belirtilmemiştir.
Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 122 ve 317. maddelerinde ise dava dilekçesinin, mahkeme
tarafından “davalıya” tebliğ edileceği düzenlenmiş olup, maddede “davalıya veya
varsa vekiline” ibaresine yer verilmemiştir. HMK’da dava dilekçesinin davalıya
tebliğ edileceği yazılı olması karşısında, dava dilekçesinin davalı yerine,
vekiline tebliğ edilmesi” Kanun’un emredici hükümlerine aykırılık oluşturur.
Davacı
kendisin bir vekil vasıtasıyla temsil ettiriyorsa dava dilekçesinde vekilinin
adı, soyadı ve adresi de yazılmalıdır. Davalının bir vekili olsa dahi dava
dilekçesinde onun adı yazılamaz. Dava açılırken (o davada) vekilinin kim
olacağı bilinemeyeceğinden dava dilekçesine davalı vekilinin isim ve adresinin
yazılmasına olanak ve gerek yoktur. Davalının bir genel (umumi) vekili olsa
bile, dava dilekçesine genel vekilin isim ve adresi yazılarak, dava dilekçesi
bu genel vekile tebliğ edilemez. (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü,
İstanbul 200 1, C . 2.s. 1586 Yılmaz, Ejder Hukuk Muhakemeleri Kanuni Şeyhi,
Ankara 2012, s. 791 Pekcanıtez Hakan: Medeni Usul Hukuku. C.2, İstanbul 2017,
s. 1132: Aslan, Ramazan Yılmaz, Ejder Ayvaz Taşpınar, Sema Hanağası. Emel
Medeni Usul Hukuku, Ankara 2020, s. 278).
Tebligat
Kanunu’nun 11 maddesi ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin
18. maddesinde yer alan, vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile
yapılacağı hükmü emredici niteliktedir. Ancak belirtilen hükümlerinin işlerlik
kazanabilmesi için HMK’nın 76. maddesi uyarınca vekilin dava doğasına
vekâletnamesini ibraz etmesi zorunludur. Vekilin müvekkili adına davayı takip
edeceğini bildirerek vekâletnamesini her bir dosya için ayrı ayrı ibraz etmesi
üzerine, HMK’nın 114. maddesinin 1. Fıkrasının (f) bendi gereğince dava şartı
olan vekilin davaya vekalet ehliyetine sahip olup olmadığı ve usulüne uygun
düzenlenmiş bir vekaletname bulunup bulunmadığı mahkemece kendiliğinden
araştırılarak tespit edildikten sonra tüm tebligatlar vekile yapılacaktır. İcra
takip dosyasında itiraz etmiş olan vekilin itirazın iptali davasında
vekâletnamesini ibraz etmeden önce, müvekkili adına davayı takip edip
etmeyeceği mahkeme tarafından bilinemeyeceği için dava dilekçesinin vekile
tebliği mümkün değildir.
Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenmiş olan hukuki dinlenilme
hakkının unsurlarından biri olan “tarafların yargılama ile ilgili olarak bilgi
sahibi olmalarının” yerine getirilmesi için zorunlu olan dava dilekçesinin
tebliğinin doğrudan davalıya yapılması, mahkeme tarafından davadan öncelikli ve
aracısız olarak davalının haberdar ve bilgi sahibi olmasını sağlayacağı gibi
yargılama sürecinin uzamasına da engel olacak.
Yargıtay
İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında;
icra mahkemesinde görülen itirazın kesin kaldırılması isteminde tebligat,
borçlunun takip dosyasında müvekkili adına itiraz eden vekiline yapıldığı,
itirazın iptali davasının da takip hukukuyla sıkı sıkıya bağlı olduğu ve bu
nedenle vekiline tebligat yapılabileceği hususu tartışma ve değerlendirme
konusu yapılmış ancak heyet çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir.
İcra ve İflas
Kanunu’nun 4. maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin
işlemlerine karşı yapılan şikayetlerle, itirazları incelemeye görevli olup,
takıp hukukuna ilişkin kararlar verir. Vekaletnamenin icra dosyasına ibrazı ile
HMK’nın 73. maddesine kıyasen bir kül (bütün) olan icra takibinin sonuna kadar
takip hukuki ile ilgili tüm işlemler vekile tebliğ edilir. İtirazın
kaldırılması borçlunun itirazı ile duran ilamsız icra takibine (ilamsız icra
prosedürü içinde) devam edilmesini sağlama bir yoldur. İtirazın iptali gibi bir
dava olmadığından, itirazın kaldırılması istemini içeren dilekçe asıla değil
borçlunun vekiline tebliğ edilir ve itirazın kaldırılması istemi HK hükümlerine
göre incelenir. İcra mahkemesinin takip hukukuna ilişkin kararları sadece
yürütülen takip konusu bakımından tarafları bağlar ve sadece takip hukuku
anlamında kesin hüküm teşkil eder. Bunun sonucu olarak icra mahkemesi
tarafından verilen karar daha sonra genel mahkemelerde dava konusu yapılabilir.
İtirazın iptali davası takip hukukuna ilişkin bir veya itiraz olmayıp normal
bir hukuk davası gibi HMK hükümlerine göre genel mahkemelerde açılarak görülür.
İtirazın iptali davası ile yalnızca takip hukuka yönünden yapılan itirazın
usulüne uygun olup olmadığı veya yerinde olup olmadığı değerlendirilmemekte,
aynı zamanda takibe konu alacağın esasına ilişkin olarak da takibin haklı olup
olmadığı değerlendirilmektedir. İtirazın iptali davasında verilen kararlar ise
maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder.
O halde
itirazın iptali davası genel hükümlere göre açılarak sonuçlandırılan bir dava
olup, takip hukukuna ilişkin bir şikayet veya itiraz olmadığından, HMK’nın
emredici nitelikteki 76, 119/1- ç, 122 ve 317. maddeleri gereğince dava
dilekçesinin, icra dosyasında müvekkili borçlu adına itiraz eden vekile değil,
asıla tebliğ edilmesi gerekir.
Hâl böyle
olunca icra takibine maruz kalan borçlu vekil marifetiyle takibe itiraz
ettiğinde, itiraz üzerine duran icra takibinin devamını sağlamak için
alacaklanın açacağı itirazın iptali iptali davasında dava dilekçesinin asıla
tebliğ edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
İcra takibine
maruz kalan borçlu, vekil marifetiyle takibe itiraz ettiğinde, itiraz üzerine
duran icra takibinin devamını sağlamak için alacaklının açacağı itirazın iptali
davasında dava dilekçesinin asıla tebliğ edilmesi gerektiğine dair. 03.06.2022
tarihinde oy çokluğu ile karar verilmiştir.
•Yargıtay
12. Hukuk Dairesi 2021/4169 E. 2021/8834 K. 13.10.2021 T.
-Tebligat
Kanunu’nun 21/1 maddesi uyarınca yapılan tebligatta, tebligata ilişkin haber
verilen komşunun isminin tutanağa geçilmemesi durumunda, tebligat usulsüz olur.
Yukarıda
tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti
içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili
dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından
düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup
incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Genel haciz
yolu ile ilamsız icra takibinde, borçlu şirket vekilinin icra mahkemesine
başvurusunda ödeme emrinin usulsüz tebliğ edildiğini ileri sürerek tebliğ
tarihinin öğrenme tarihi olarak düzeltilmesini, bu talepleri kabul edilmezse
gecikmiş itirazlarının kabulünü talep ettiği, mahkemece şikayetin kabulüne
davacıya gönderilen ödeme emri tebliğ tarihinin 02.10.2019 tarihi olarak
düzeltilmesine karar verildiği, karara karşı alacaklı tarafından istinaf yoluna
başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince alacaklı vekilinin istinaf
başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve
usulsüz tebligat şikayetinin reddine karar verildiği görülmektedir.
Hükmi
şahıslara ne şekilde tebligat yapılacağı 7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 12 ve
13. maddelerinde belirlenmiştir. Borçlu şirketin tebligat adresinin, ticaret
sicilinde kayıtlı adresi olması ve tevziat saatlerinde kapalı bulunması veya
tebligatın alınmasından imtina edilmesi halinde, bu adrese 7201 Sayılı Tebligat
Kanunu'nun 21/1. ya da 35/4. maddelerine göre tebligatın yapılması gerekir.
Dairemizin
yerleşik içtihatlarına göre tüzel kişiler adına ticaret sicilindeki adreslerine
gönderilen tebligatın, Tebligat Kanunu'nun 21/1. maddesine göre yapılmış olması
halinde tebliğ memurunun, Tebligat Yönetmeliği'nin 30 ve 31. maddelerindeki
koşulları araştırmasına gerek yoktur. Zira, muhatabın adreste bulunmaması
halinde, bunun nedeninin araştırılması ve tevziat saatinden sonra adrese dönüp
dönmeyeceğinin tespit edilmesi gerçek kişiler yönünden zorunlu olup, hükmi
şahısların sıfatı ve niteliği itibari ile böyle bir araştırmanın yapılmamış
olması, tebligatın usulsüzlüğü sonucunu doğurmaz. Ancak, Kanunun 21/1.maddesine
göre tebligat yapılması halinde, tebliğ memuru, tebliğ evrakını tesellüm edenin
adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına
yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde, tebliğ olunacak şahsa
keyfiyetin haber verilmesini de, mümkün oldukça en yakın komşularından birine,
varsa yönetici veya kapıcıya da bildirir.
Somut olayda;
borçlu şirkete ödeme emri tebliğinin 7201 sayılı TK'nın 21/1. maddesi gereğince
‘Gösterilen adrese gidildi. Dağıtım esnasında muhataba ulaşılamadı. Bu sebepten
dolayı site yönetimine soruldu. Site yönetimi muhatabın bu adreste ikamet
ettiğini tevziat saatinde adres dışında olduğunu sözlü beyan etti. İsim ve
imzadan imtina edildiğinden Tebligat 21/1. maddesi gereğince 2 Nolu haber
kağıdı muhatabın kapısına yapıştırılarak ilgili mahalle muhtarlığına tebliğ
edilmiştir.’ şeklinde şerh verilerek 30.09.2019 tarihinde tebliğ edildiği, bu
hali ile tebligatın TK'nun 21/1. maddesine aykırı olduğu, her ne kadar şirketin
kapalı olması durumunda adreste bulunmama nedeninin araştırılması gerekmemekte
ise de, komşuya haber verme yükümlülüğünün devam ettiği, Dairemiz
uygulamalarında TK.nun 21/1. maddesinin tüm koşullarının sıkı bir şekilde
uygulanmayacağı belirtilmiş olmakla beraber bunun haber verme yükümlülüğünü
ortadan kaldırmayacağı, haber verilen komşunun isminin usulüne uygun bir
şekilde tutanağa geçirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Buna göre şikayete konu
tebligatta haber verilen komşunun ismi yazılmadığından bu hali ile tebliğ
işleminin şeklen Tebligat Kanunu'nun 21/1. maddesine aykırı ve dolayısıyla
usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.
O halde; İlk
Derece Mahkemesi’nin şikayetin kabulüne yönelik kararı yerinde olup, Bölge
Adliye Mahkemesi’nce alacaklının istinaf başvurusunun esastan reddine karar
verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile alacaklının istinaf başvurusunun kabulü
ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup, Bölge Adliye Mahkemesi
kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ :
Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile, ... Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk
Dairesi 26.11.2020 tarih ve 2020/228 E. 2020/2695 K. sayılı kararının yukarıda
yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi
göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 373/2. maddeleri uyarınca
(BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı
veren Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine 13/10/2021 gününde oy birliğiyle
karar verildi.
•Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu-2021/2 E. 2023/1 K. 20.01.2023 T.
- Rehinle
teminat altına alınmış ve ayrıca kambiyo senedine de bağlanmış alacağın tahsili
amacıyla, borçlu aleyhine tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile aynı anda ve sıra
gözetilmeksizin hem rehnin paraya çevrilmesi yolu ile, hem de kambiyo
senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapılamaz.
İçtihadı
birleştirmenin konusu; rehinle teminat altına alınmış ve ayrıca kambiyo
senedine de bağlanmış alacağın tahsili amacıyla, borçlu aleyhine tahsilde
tekerrür olmamak kaydı ile aynı anda ve sıra gözetilmeksizin hem rehnin paraya
çevrilmesi yolu ile, hem de kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip
yapılıp yapılamayacağı ilişkindir.
İçtihadı
birleştirmenin konusu takip hukukuna ilişkin olup, 2004 sayılı Kanun
hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.
2004 sayılı
Kanun’un 45 inci maddesinin birinci fıkrası “önce rehne müracaat zorunluluğu”
olarak ifade edilen kuralı düzenlemektedir, İcra ve İflas hukuku sistemimize
göre kural olarak alacağı rehinle temin edilmiş olan alacaklı, borcun
ödenmemesi hâlinde Öncelikle rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapmak
zorundadır.
Önce rehne
müracaat zorunluluğu iki amaca hizmet eder. İlk olarak önce rehne müracaat
zorunluluğu sebebiyle rehin alacaklısı haciz yoluna müracaat edemeyeceğinden
merhun dışında borçlunun diğer malvarlığı unsurlarını haczederek borçlunun
malvarlığını gereksiz yere azaltmasını engellemektir. Bu sayede borçlunun diğer
alacaklıları, borçlunun diğer malvarlığı unsurlarına müracaat ederek
alacaklarını karşılayabilme imkânına sahip olmaktadır. Buna göre ilgili norm
asıl etkilerini takip hukuku üzerinde doğurmaktadır. Diğer taraftan önce
müracaat zorunluluğu, takip borçlusunun diğer alacaklılarını korumaktadır. Bu
kural olmasaydı rehin alacaklısı hem rehine hem de borçlunun diğer malvarlığı
unsurlarına müracaat ederek diğer alacaklıların müracaatı için borçlunun malvarlığını
daraltmış olacaktı. Bu sebeple kural hem emredici hem de kamu düzenine ilişkin
olduğu için kurala aykırı olarak takibin kabul edilmesi hâlinde süresiz şikâyet
yoluna başvurularak takibin iptali istenebilir (Kuru, İcra, C. 3, s.2382; Hakan
Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Meral Sungurtekin Özkan, Muhammet Özekes, İcra ve
İflas Hukuku, Ankara, 2011, s.424; Adnan Deynekli, İcra ve İflas Hukukunda
İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip, Ankara, 2013, s. 68; Aşık, Oruç, Tok,
Saraç, s. 435-436).
2004 sayılı
Kanun’un 45 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca rehinli alacaklı yalnız
rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takipte bulunmak mecburiyetinde olup, 2004
sayılı Kanun’un ipoteğin paraya çevrilmesine ilişkin hükümleri sadece
alacaklının başka bir takip yoluna müracaat etme hakkını kapatmaktadır, ancak
alacaklının alacağını dava yolu ile istemesine engel değildir (Saim Üstündağ,
İcra Hukukunun Esasları, İstanbul, 2004, s.308; Deynekli, s,63). Dolayısıyla
rehin alacaklısı isterse bir alacak davası açabilir, ancak bu durumda elde
edilen ilam ile yalnız rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip yapabilir
(Arslan, Yılmaz, Taşpınar Ayvaz, Hanağası, s.428.).
İcra ve iflas
hukukunda kural önce rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapılması olmakla
birlikte, bu kuralın istisnaları da bulunmaktadır. 2004 sayılı Kanun’un 45
maddesinin üçüncü fıkrası ile 167 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca
alacağı bir kambiyo senedine bağlı olan alacaklı alacak rehinle temin edilmiş
olsa bile, doğruca kambiyo senetlerine mahsus haciz veya (borçlu iflasa tabi
ise) iflas yoluna başvurabilir. 2004 sayılı Kanun’un 45 inci maddesinin üçüncü
fıkrası hükmü nedeniyle ayrıca 167 nci maddesinin birinci fıkrasında “alacak
rehinle temin edilmiş olsa bile" ibaresine yer verilmesi sadece bir
tekrardan ibarettir.
Alacaklının
alacağı hem rehin ile teminat altına alınmış hem de kambiyo senedine bağlanmış
ise alacaklı sıra gözetilmeksizin rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip
yollarına veya kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip yollarından birine
başvurabilir. 2004 sayılı Kanun’un 45 inci maddesinde önce rehne başvurulması
kuralına yer verildikten sonra istisnalarına yer verilmiş olması karşısında,
aynı anda tahsilde tekerrür etmek kaydıyla da olsa aynı alacaktan dolayı aynı
borçluya karşı her iki takibe de aynı anda başvurulabileceği sonucuna
varılamaz. Bu durumda alacaklı her iki takip yolundan birini tercih etmek
bakımından serbesttir. Dolayısıyla alacaklı bu takip yollarından birini tercih
ederek takip başlattığında bu icra takibi devam ederken aynı alacak için
“tahsilde tekerrür olmamak” kaydı içerse bile diğer takip yoluna başvuramaz.
Aksi halde aynı alacak için aynı borçluya karşı derdest bir icra takibi var
iken mükerrer olarak ikinci bir takibin yapılması söz konusu olur. İcra
takibinin türleri farklı olsa bile her iki icra takibindeki para alacağı da
aynı hukuki ilişkiden doğmuş olduğundan derdestlik meydana gelir.
İcra ve İflas
Kanunu sistemimizde alacaklı tarafından aynı borçlu aleyhine, aynı alacaktan
dolayı tek takip yapılması asıl olup, “tahsilde tekerrür" kaydı içerse
bile aynı anda iki takip yapılabileceğine ilişkin herhangi bir düzenleme
bulunmamaktadır. Alacaklı tercih hakkını kullanarak rehnin paraya çevrilmesi
yolu ile takip yapması durumunda bu icra takibi sonucunda rehin tutarı borcu
ödemeye yetmezse kalan alacağını haciz (veya iflas) yolu ile isteyebilir.
Rehinle
teminat altına alınmış ve ayrıca kambiyo senedine de bağlanmış alacağın tahsili
amacıyla, tahsilde tekerrür etmemek kaydıyla borçlu aleyhine hem rehnin paraya
çevrilmesi yolu ile hem de kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip
başlatılması menfaatler dengesini bozacağı gibi takip ekonomisine de aykırıdır.
İcra ve iflas
hukuku, icra ve iflas takiplerinin usul hukuku niteliğindedir Bu hukuk dalının
amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu veya
üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan
kötü niyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak
hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin
menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve
hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemektir. Borçlunun borcunu zamanında ve
eksiksiz olarak yerine getirmemesi, alacaklıya borçlunun anayasa ve
uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel haklarına ölçüsüz ve
sınırsız müdahale hakkını tanımaz.
Cebri icra
hukukunda sadece alacaklının değil, borçlunun menfaatleri de dikkate alınmalı
ve bunlar dengelenmeye çalışılmalıdır. Henüz geçici rehin açığı belgesinin
düzenlenmediği aşamada borçlunun rehin verdiği malı dışında da diğer mallan
üzerine ayrıca haciz konulması, borçlu için aşın bir yük oluşturacağından
menfaatler dengesine aykırı olup, cebri icranın amacıyla da bağdaşmaz. Bu durum
Anayasal olarak korunan hukuk devleti, insan onuru, mülkiyet hakkı ve ölçülülük
ilkeleri ile çelişmektedir. Cebrî icranın amacı, borçluyu cezalandırmak değil;
alacağın tahsilidir. Diğer taraftan rehin sahibi alacaklı tarafından borçlunun
diğer mallarının da haczedilmesi, borçlunun diğer alacaklılarının alacağının
tahsilini de engelleyeceğinden üçüncü kişilerin de menfaatini ihlal eder.
6100 sayılı
Kanun’un 30 uncu maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı
olan bir ilkedir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)'nın 141
inci maddesinin dördüncü fıkrasında davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.
Usul ekonomisi ilkesi yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın
kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını
ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler.
Bu bağlamda, basitlik, hızlılık ve ucuzluk usul ekonomisini oluşturan unsurlar
olarak ortaya çıkar. Usul ekonomisi ilkesi takip hukukunda da uygulanır.
Anayasanın 141 inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca mahkemelerin yargı
faaliyetlerinde usul ekonomisini gözetme yükümlülüğü ile takip hukukunda icra
organlarının usul ekonomisini gözetmesi aynı amaca hizmet eder. Usul ekonomisi
İlkesine göre takibin ve icra faaliyetlerinin mümkün olduğunca kısa sürede, basit
ve ucuz şekilde sonuçlandırılması gerekir. Bu İlkenin unsurları, takip
hukukundaki görünümüne göre takibin makul sürede tamamlanması, takibin en az
giderle tamamlanması ve takibin düzenli bir şekilde yürütülmesi olarak ifade
edilebilir. Usul ekonomisi ilkesi takibin her aşamasında gözetilmesi gereken
bir ilkedir. Takibin makul sürede ve en az giderle tamamlanabilmesi için,
takibin düzenli bir şekilde yürütülmesi gerekir.
2004 sayılı
Kanun’un 59 uncu maddesi uyarınca takip masrafları borçluya aittir (md. 15/1,
138/2). İcra takibinin başarı ile sonuçlanabilmesi için harcanan paraların
tamamına icra (veya takip) harç ve giderleri denir. Bu paralar iki bölüme
ayrılır: 1) icra harçları, 2) icra giderleri.
Devletin icra
hukukundaki faaliyeti parasız değildir. Devletin, icra hukukundaki faaliyetine
karşılık olmak üzere aldığı paraya icra harcı denir. Devlet, icra teşkilâtını
işler bir şekilde hak arayanların hizmetinde tutabilmek için, bazı giderler
yapar (memur ücretleri, bina kirası, kırtasiye ücreti v.s.). Bu giderlerin bir
bölümü, Devletin faaliyetinden yararlanandan alınır. 2004 sayılı Kanun’un 15
inci maddesine göre “icra iflâs harçlarını kanun tâyin eder". Bu kanun 492
sayılı Harçlar Kanunu'dur (Kuru, El Kitabı, s, 118).
İcra (takip)
giderleri, icra organlarının icra takibini tam ve doğru bir şekilde
yürütebilmeleri için harcanan paralardır. Bu paralar, icra takibine ilişkin bir
iş veya hizmetin gerektirdiği bir ücret olup, bu iş veya hizmeti yapan kişilere
verilir. Hacizli malın muhafazası için ödenen para (2004 sayılı Kanun md. 88/2,
95), satış giderleri (md. 126), posta giderleri, bilirkişi ücreti, icra hâkimi
ve memurları için yol giderleri ve tazminatı (3717 sayılı Kanun) gibi Vekâlet
ücreti de takip giderlerine dahildir (2004 sayılı Kanun md. 138/3), icra
(takip) giderleri arasında en önemli yekûnu teşkil eden vekâlet ücretidir. Bu
nedenle, 2004 sayılı Kanun’da (md. 138/3) ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde
(Tarife) (md. 2/1, 11) borçluya yükletilecek vekâlet ücreti ayrıca
düzenlenmiştir (Kuru, El Kitabı, s. 121-123).
İcra
takibinin amacının alacağın tahsili olmakla birlikte icra takibindeki menfaat
dengesinin korunması bakımından icra takibi sonucunda borçlunun da en az
giderle yükümlü tutulmasının sağlanmasını gerektirir. Alacaklı tarafından aynı
alacaktan dolayı aynı borçluya karşı ikinci kez takip yapılması, borçlunun
fazladan icra takip masraflarına ve (alacaklı kendisini vekil ile temsil
ettirmiş ise) icra vekâlet ücretine katlanmasına neden olur. Bu durumda icra
takibinde menfaat dengesi bozulacağı gibi, cebri icra organları da gereksiz
yere meşgul edilmiş olacağından adil yargılanmanın bir unsuru olan usul
ekonomisine de aykırılık oluşturur.
Anayasa’nın
36 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan "hak arama özgürlüğü"
diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda
toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme,
haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. İcra hukuku bakımından bireylerin özel
hukuktan kaynaklanan haklarını elde edememeleri durumunda, cebri icra organlarına
başvurmalarının zorunluluğu, icra hukukunda hak arama hürriyetinin temelini
oluşturur. Bireylerin kendi haklarını elde etmelerinin yasak oluşu, diğer bir
ifadeyle ihkak-ı hak yasağı dolayısıyla devlet, cebri icra organları
aracılığıyla hakkın elde edilmesini sağlamaktadır. Buna göre hakkın cebri icra
yoluyla elde edilmesi hak arama hürriyeti sayesinde gerçekleşmektedir.
Alacaklının icra takibi yoluyla hak arama hürriyetine sahip olması sınırsız
olmayıp, bu hak dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılamaz. Alacaklının
mevcut bir icra takibi devam ederken aynı alacaktan dolayı aynı borçluya karşı
ikinci kez icra takibi başlatmasında hak arama hürriyetinden de bahsedilemez,
Kaldı ki alacaklının aynı alacağı için aynı borçluya karşı ikinci icra takibi yapmasında
hukuki yaran da bulunmamaktadır. Borçlunun hukuki dayanaktan yoksun bu icra
takibi karşısında korunması gerekir. Bu koruma hem hak arama hürriyetinin bir
gereği hem de borçlu aleyhine bozulan menfaat dengesinin kurulabilmesi için
oldukça önemlidir (Kılınç, s.35-39).
Anayasa
Mahkemesinin 22.04.2015 tarihli ve 2015/28 Esas, 2015/42 Karar sayılı kararında
da; “Cebri icra, borçların devlet gücü yardımıyla yerine getirilmesini ifade
etmekte olup iyi örgütlenmiş bir toplumda cebri icraya başvurulması istisnai
bir nitelik taşımaktadır. Modern toplumlarda kanunlar çerçevesinde zor kullanma
yetkisinin devletin tekelinde olması nedeniyle alacaklının kişisel güç
kullanarak borçludan alacağını tahsil etmesi yasaklanmış, bunun yerine zor
kullanma lekelini elinde bulunduran devletin, güç kullanmak suretiyle
alacaklının alacağını borçludan tahsil ederek alacaklıya ödemesi usulü
benimsenmiştir. Bu nedenle, hukuk devletinde cebri icra; hukuki düzene
güvenerek borç ilişkisine giren ve zor kullanması yasaklanan birey yönünden
devletten talep edebileceği bir hak, zor kullanma yetkisini elinde bulunduran
devlet yönünden ise bir yükümlülük niteliği taşımaktadır. Cebri icra, hukuk
düzenine güvenerek borç ilişkilerine giren alacaklının, ihtiyari ödeme yoluyla
alacağına kavuşamadığı durumlarda bir hak niteliği taşısa da cebri icra süreci,
borç ilişkisinin her iki tarafı açısından da yıpratıcı ve masraflı birtakım
işlemlerin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Cebri icrada, devletin cebri
icra organlarınca borçlunun mallarına el konulmakta, bu mallar satılmakta ve
elde edilen para ile alacaklının alacağı ödenmekledir. Cebri icra işlemleri,
borçlu yönünden fazladan bazı masrafların ortaya çıkmasına ve borç yükünün
gereksiz yere artmasına neden olabilmektedir. Bu süreç, farklı bazı sorunları beraberinde
getirebileceği gibi borç ihtilaflarının birer toplumsal yara teşkil ettiği
gözetildiğinde, bu yaraların kapanması yerine daha da derinleşmesine sebebiyet
verebilmektedir. Bu nedenle mümkün olduğunca ihtiyari ödeme yolunun
işletilmesi, cebri icranın ise ancak son çare olarak başvurulması gereken bir
mekanizma olarak öngörülmesi zorunludur.” hususi an vurgulanmıştır.
Rehinle
teminat altına alınmış ve ayrıca kambiyo senedine de bağlanmış alacağın tahsili
amacıyla, borçlu aleyhine tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile aynı anda hem
rehnin paraya çevrilmesi yolu ile hem de kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu
ile takip yapılması hâlinde borçlu şikâyet yolu ile icra mahkemesine başvurarak
aleyhine başlatılan ikinci takibin iptalini isteyebilir. Bu husus kamu düzeni
ile ilgili olup, süresiz şikâyete tabidir.
2004 sayılı
Kanun’un 4’üncü maddesi gereğince icra mahkemesi, icra ve iflas dairelerinin
işlemlerine karşı yapılan şikâyetlerle, itirazları incelemeye görevli olup,
takip hukukuna ilişkin kararlar verir. Borçlunun şikâyeti üzerine icra
mahkemesince takibin iptaline verilecek olup, genel mahkeme gibi rehin hakkının
iptali veya kambiyo senedinin iptaline hükmedilmemektedir. İkinci takibin
iptali üzerine, ilk takipte alacağının karşılanamaması hâlinde alacaklı dilerse
(ilgili takip prosedürü içerisinde) diğer takip yoluna da başvurabilir.
Alacaklı elindeki kambiyo senedinin zamanaşımına uğrama ihtimalini de göz
önünde tutarak belirtilen takip yollarından birini tercih etmekte serbesttir.
Bu tercih hakkı Kanun’da alacaklıya bırakılmıştır.
Hâl böyle
olunca, rehinle teminat altına alınmış ve ayrıca kambiyo senedine de bağlanmış
alacağın tahsili amacıyla, borçlu aleyhine tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile
aynı anda ve sıra gözetilmeksizin hem rehnin paraya çevrilmesi yolu ile, hem de
kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapılamayacağı sonuç ve
kanaatine varılmıştır.
V. SONUÇ
Rehinle teminat altına alınmış ve ayrıca kambiyo senedine de bağlanmış alacağın tahsili amacıyla, borçlu aleyhine tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile aynı anda ve sıra gözetilmeksizin hem rehnin paraya çevrilmesi yolu ile, hem de kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapılamayacağına dair, 20.01.2023 tarihinde yapılan üçüncü görüşmede oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Av. Gülşah Işık
KAYNAKÇA