Temerrüt
6098
Sayılı Türk Borçlar Kanunu uyarınca, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisine
aykırı olarak davranarak borcunu gereği gibi yerine getirmeyen borçlu,
temerrüde düşmektedir. Borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarı
gerekmektedir. Ancak alacaklının ihtar etmemesi durumunda dahi borçlunun
temerrüde düşmesi mümkündür. Taraflar arasında kurulan sözleşme ilişkisinde,
ifa zamanının (kesin vade) belirlenmiş olması halinde borçlunun temerrüde
düşmesi için ihtara ihtiyaç duyulmamaktadır. Zira, Borçlar Kanunu m.177’den
görüleceği üzere;
“B.
Borçlunun temerrüdü
MADDE
117- Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının
ihtarıyla temerrüde düşer. Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya
sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir
bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde
fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği
tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli
olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.”
Borçlunun
temerrüde düşmesi, alacaklının bildirimine bağlıdır. İfa zamanının belirlenmiş
olduğu sözleşme ilişkilerinde ise herhangi bir bildirime gerek kalmadan borçlu,
söz konusu tarihte temerrüde düşmektedir.
Borçlunun
temerrüde düşmesi sonucunda alacaklı, alacağına ek olarak bazı taleplerde
bulunabilmektedir. Temerrüdün gerçekleşmesi sonucunda alacaklı gecikme
tazminatı talep edebilmektedir. Ayrıca alacağa temerrüt faizi de
uygulanmaktadır. Temerrüt faizi, taraflarca sözleşmede belirlenebilir. Sözleşmede
belirlenmediği hallerde, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat
hükümlerine göre belirlenir.
Ancak
bazı durumlarda alacaklı, temerrüt faizini aşan zarara uğrayabilmektedir. Böyle
durumlarda, alacaklının temerrüt faizini aşan zararının da borçlu tarafından
giderilmesi gerekmektedir. Temerrüt faizini aşan zarar, munzam zarar (aşkın
zarar) olarak tanımlanmaktadır.
Munzam
(Aşkın) Zarar
Munzam
(Aşkın) Zarar, Borçlar Kanunu m.122’de “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir
zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat
etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiştir.
Yani munzam zarar, “borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı,
alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüdün sonunda ortaya çıkan
ve oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanmayan, onu aşan
bölüme tekabül eden zarardır.” [1]
Kanunda
düzenlenen maddeden de açıkça anlaşılacağı üzere, temerrüt faizinde zararın
varlığının ispatı konusunda alacaklıya herhangi bir ispat yükü yüklenmemekte
iken, ek zarar olarak da tanımlanan aşkın zararın giderilmesi için, alacaklının
zararın varlığını ispatlaması gerekmektedir.
Munzam
zarar, para borçları kapsamında ortaya çıkmaktadır. Taraflar arasında para
unsuru dışındaki borç ilişkilerinde munzam zararın varlığından söz edilemez.
Munzam zararın konusunu tamamen maddi zararlar oluşturmaktadır. Borçlunun
temerrüde düşmesiyle alacaklının uğramış olduğu her türlü maddi zararın
tazminini alacaklı talep edebilmektedir. Böylece manevi zararların munzam zarar
davasına konu teşkil etmesinin hukuken imkânı bulunmamaktadır. Alacaklının
temerrüt faizini aştığı her durum munzam zararının olduğu anlamına
gelmemektedir. Munzam zararın tazmini bazı şartlara tabidir. Bu şartlar;
1. Borcun (para) ifasında temerrüde
düşülmüş olmalıdır.
2. Alacaklının temerrüt faizinden fazla
bir zararının olması gerekmektedir.
3. Borçlunun kusurlu olması
gerekmektedir.
4. Alacaklının aşkın zararı ile borçlunun
temerrüdü arasında illiyet bağı olmalıdır.
şeklinde
düzenlenmiştir. Bahsi geçen şartların bulunmaması halinde, borçlunun munzam
zarardan yükümlü olması mümkün değildir.
Munzam
Zararda İspat
Temerrüt
faizini aşan miktarda zararı olduğunu iddia eden alacaklı, söz konusu zararını
ispatlamakla yükümlüdür. Munzam zararın ispatı konusunda genellikle somut
verilerin ortaya koyulmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Alacaklının munzam zararını
ispatlaması sonrasında, kusur konusunda ispat yükü borçluya geçmektedir.
Borçlunun munzam zararın tazmininden sorumlu tutulamamasının tek yolu temerrüde
düşmesinde kusurunun bulunmadığını ispatlamasıdır.
Doktrinde
ve Yargıtay içtihatlarında alacaklının, munzam zararını somut verilerle
ispatlaması gerektiğine ilişkin görüş birliği bulunmaktadır. Alacaklının,
uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispatlaması
gerekmektedir. Alacaklı tarafından ispat edilmesi gereken, soyut olgulardan
ziyade kendisinin bizzat uğramış olduğu zarardır.
Örneğin;
temerrüt alacaklısı alacağına kavuşmasının gecikmesi nedeniyle, kendi
alacaklısına edimini ifa edememesi nedeniyle zarara uğramasından bahisle bu
zararın tazmini talep edilebilecektir.
Konuya
ilişkin Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 2018/1690 E. 2019/2185 K. sayılı
02.04.2019 tarihli kararında aşağıda yer alan açıklamalara yer verilmiştir:
“Davacı vekili, davalıların maliki olduğu ...
Konutlarının yönetim işlerini yapan ... Hizm. A.Ş. ile davacı arasında
20/05/1997 tarihinde “Kalorifer Yakıtı Temini Sözleşmesi” yapıldığını,
sözleşmenin 5. Maddesinde yakıtın fiilen teslimi ve faturanın şirkete
ulaşmasından sonra ödemenin en geç 20 gün içerisinde gerçekleşmemesi durumunda
kalorifer yakıtına gelecek zamların işverene yansıtılacağının belirtildiğini, davalılara
gönderilen ihtarnameye rağmen kalorifer yakıtına gelen zamların ödenmediğini,
davacının ana parayı icra takibine itiraz üzerine açtığı itirazın iptali davası
sonucunda tahsil ettiğini, ancak icra dosyasında ana paranın ödenme tarihi olan
02/08/2006 tarihine kadar kalorifer yakıtına zam geldiğini ileri sürerek
şimdilik 500.000,00 TL’nin %70 sözleşme faizi ile birlikte davalılardan
müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama, toplanan
deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacının alacağını zamanında
almış olsa idi bu bedel ile tekrar akaryakıt alıp satması mümkün olduğundan
munzam zararının borç zamanında ödense idi alınabilecek akaryakıt miktarı ile
borcun fiilen ödendiği tarihte alınabilecek akaryakıt miktarı arasındaki fark
olarak kabul edilmesi gerekmekte olduğu, davacının teslim ettiği akaryakıt
miktarının 1.170.010 lt yani 1.167.669,98 kg olduğu ve 02/08/2006 tarihinde 1.844.918,57
TL yaptığı, davacının akaryakıt bedeli ile vade farkı olmak üzere tahsil tarihi
itibariyle faiziyle birlikte 443.200,00 TL tahsil ettiği, bu durumda davacının
munzam zararının 1.844.918,57 TL'den ödenen bedel olan 443.200,00 TL'nin
düşüldüğünde kalan 1.401.718,57 TL olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü
ile 1.401.718,57 TL'nin 500.000,00TL'sine 12/03/2009 bakiye 901.718,57 TL'sine
ise 28/07/2016 tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasına, fazlaya ilişkin
isteğin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekilleri tarafından temyiz
edilmiştir.
818 sayılı BK'nın 105. maddesi (6098 sayılı Kanunun
22. maddesi) ''alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla
olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe
bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir'' hükmünü içermektedir. Burada alacaklı
uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek
zorundadır. Mücerret enflasyon, döviz kurlarındaki yükselme veya bankaların
uyguladığı faiz oranlarındaki artışlar tek başına munzam zararın gerçekleştiği
veya kanıtlandığı anlamına gelmez. Alacaklının kanıtlaması gereken husus
yukarıda açıklanan genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç
ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Mahkemece, açıklanan hususlar
gözetilmeden eksik inceleme ile düzenlenen bilirkişi raporuna göre karar verilmesi
doğru olmamıştır.” [2]
Yakın
zamana kadar, munzam zararın ispatında alacaklının zararını somut verilerle
ispat etmesi gerektiği hususu katı olarak uygulanmaktayken, Anayasa
Mahkemesi’nin 2014/2267 başvuru no’lu 21.12.2017 tarihli kararı ile munzam
zararın ispatı konusunda somut ispat şartı katı olarak uygulanmamaya
başlamıştır.
Anayasa
Mahkemesi'nin, söz konusu karar kapsamında “mülkiyet hakkı” kapsamında yapmış
olduğu değerlendirme aynen; “Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz
kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit
yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi, borçlunun
yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle
borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı
süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve
takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak alma düşüncesi
yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır. Mülkiyet
hakkı kapsamında alacağın geç ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon
nedeniyle paranın değerinde oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek
değeri azaldığı gibi bu bedelin tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden
yararlanmak imkanı da bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından
mahrum edilerek haksızlığa uğramaktadır.” şeklindedir. [3]
Anayasa
Mahkemesi tarafından verilmiş olan bu karar sonrasında; Yargıtay daireleri
tarafından munzam zararın ispatında “somut ispat şartı” katı olarak
uygulanmamaya başlamıştır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2017/2736 E. 2018/1742 K.
sayılı 25.04.2018 tarihli kararı ile, yerleşik içtihadını değiştirmiş ve munzam
zararın ispatı konusunda, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, mevduat ve
devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer yatırım araçları
ile ilgili belgeler resmî kurumlardan getirtilerek, uzman bilirkişiden rapor
alınmak suretiyle, gerçek zararın belirlenmesi gerektiği yönünde karar
vermiştir. Kararda yer alan ifadelerden bir kısmı aynen;
“Dairemizin, uzun süreden beri yerleşik uygulaması ve
kararlarında munzam zararın davacı tarafından somut olarak ispatlanması kabul
edilmekle birlikte gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkının hukukta
korunması görüşü benimsenerek kararların bu yönde oluşması ve Anayasa Mahkemesi
kararlarının bağlayıcılığı da gözönüne alındığında, genel ispat kuralından
ayrılarak, enflasyon baskısı sürdüğü sürece maruf ve meşhur vakıa niteliğinde
kabul edilerek alacaklının BK'nın 105/1. maddesi anlatımda munzam zararının
varlığını kanıtlama zorunluluğundan vazgeçilmek zorunda kalınmıştır.Esasında
Yargıtay'ın muhtelif dairelerinde bu yönde değerlendirme yapılmakta ve munzam
zarar kanıtlandığı taktirde hüküm altına alınmaktadır. Az yukarıda açıklanan
hususlar, değinilen ilkeler ve görüşler doğrultusunda, davacı taraf alacağının
geç ödenmesi nedeniyle kredilerini ödeyemez ve taşınmazlarının icra sonucu
satımı ile karşı karşıya kaldığını ileri sürmüş ise de, taşınmazlar şirket
müdürü adına kayıtlı ve şirketin mülkiyetinde olduğu anlaşılamadığı gibi,
illiyet bağının varlığı da ispatlamamıştır. Ne var ki, az yukarıda açıklandığı
üzere, ülkemizde yaşanan ve herkesçe bilinen enflasyon olgusu nedeniyle
alacaklıların zararının temerrüt faiziyle karşılanabilmesi Anayasa
Mahkemesi'nin son ihlal kararına göre mümkün olamayacağı ve bu karinenin aksi
borçlu tarafça ispatlanamadığından, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı,
mevduat ve devlet tahvillerine uygulanan faiz oranları, döviz kurları ve diğer
yatırım araçları ile ilgili belgeler resmi kurumlardan getirtilerek, uzman
bilirkişiden rapor alınmak suretiyle, gerçek zararın belirlenmesi
gerekmektedir.Bu nedenlerle, bölge adliye mahkemesince yapılacak
iş; HMK'nın 266 ve 267. maddeleri uyarınca, konusunda uzman mali müşavirin
de bulunduğu bilirkişi heyeti oluşturularak ilgili resmi kuruluşlardan tahsil
tarihi ile dava tarihi arasındaki enflasyon verilerini gösteren
TEFE-TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan faiz oranları ve diğer yatırım
araçlarındaki hareketlere ilişkin dökümanlar getirtilerek bilirkişi raporu
alınmalı ve davacının zararı olup olmadığı belirlenmeli ve taleple bağlı
kalınarak hüküm altına alınmalıdır. Bu hususlar gözetilmeden, hüküm tesisi
doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur. SONUÇ: Yukarıda 1. bentte
açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının
reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle ... Bölge Adliye Mahkemesi 27.
Hukuk Dairesi'nin kararının BOZULMASINA, dava dosyasının bölge adliye
mahkemesine, kararın bir örneğinin yerel mahkemeye gönderilmesine,
1.630,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay'daki
duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin
harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 25.04.2018 gününde
oybirliğiyle karar verildi.” şeklindedir. [4]
Benzer
olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen 2018/1512 E. 2019/3201 K.
sayılı 29.04.2019 tarihli karar aynen;
“Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz
kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat
yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Dairemiz'in uygulaması,
alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği
yönündedir. Somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde
Egeabank A.Ş'ye yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte
tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir
süreci kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın
oluşumundaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm
dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli
görülmemiştir.
Bu durumda, ilk derece mahkemesince,munzam zararın
ispatı noktasında yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek, Dairemizin yerleşik
içtihatlarında belirtildiği şekilde sepet formülüne göre munzam zararı hesabı
yapılması, bu doğrultuda, munzam zararın tespit edilebilmesi için borçlunun
temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre
içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu
oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen
faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik
listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya
kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak
suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması
nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının yukarıda değinilen
unsurların toplanıp, ortalamaları bulunarak belirlenmek ve istenilen alacağın
temel hukuki yapısı nedeniyle bir tazminat alacağı niteliğinde olduğundan ve bu
zararın oluşmasında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ortamın da
etkili bulunduğu ve bundan ülkede yaşamını sürdüren gerçek veya tüzel kişilerin
etkilenmemesinin kaçınılamaz olduğu ve nihayet her somut olayın özelliği de
dikkate alınarak, bulunacak miktarın TBK'nın 50 ve 51. maddeleri (mülga BK'nun
42 ve 43. ) çerçevesinde değerlendirmeye de tabi tutularak belirlenmesi ve
bundan sonra bulunan bu zarar miktarından davacının alacağını tahsil ederken
aldığı temerrüt faizi miktarı düşülerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde
davacının munzam zararının olup olmadığı ve miktarı tayin ve tespit edilmesi
gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı
gerektirmiştir.” şeklindedir. [5]
Hukuk
kurallarını, içinde bulunulan ekonomik şartlardan bağımsız olarak uygulamak
doğru bir yaklaşım değildir. Ekonomik koşullar, faiz ve enflasyon oranı, döviz
kurundaki sürekli artış göz önünde bulundurulduğunda, alacaklının munzam
zararını somut bir şekilde ispat etmesi kuralını katı bir şekilde uygulamak
alacaklı ile borçlu arasındaki dengeyi bozacak ve hakkaniyeti zedeleyecek
şekilde alacaklı aleyhine sonuçlar doğuracaktır. Alacaklının ispat yükümlülüğü
çok sıkı şartlara bağlanmamalı ve her olay özelinde değerlendirme yapılmalıdır.
SONUÇ
Munzam
zarar, para borçları bakımından talep edilebilmekte olup, alacaklıya temerrüt
faizini aşan zararını tazmin etme imkanını vermektedir. Munzam zararın tazmini
için; para borcunun var olması, borçlunun borcu ödemede temerrüde düşmesi,
alacaklının temerrüt faizini aşan bir zarara uğraması, borçlunun temerrüt
faizini aşan zarar bakımından kusurlu olmadığını ispat edememiş olması ve
munzam zarar ile borçlunun temerrüdü arasında illiyet bağının bulunması
gerekmektedir. Munzam zararın alacaklı tarafından ispatı konusunda ise somut
olay özelinde değerlendirme yapılmakta ve dönemin ekonomik koşulları bu
değerlendirmede göz önünde bulundurulmaktadır.
Av.
Gülşah Işık
Stj.
Av. M. Çağrı Telligözoğlu
Kaynakça:
1.
Uygur, 2003; 3427
2.
Yargıtay 19. HD., E. 2018/1690 K. 2019/2185 T.
2.4.2019
3.
Anayasa Mahkemesi 2014/2267 E. 21.12.2017 K.
4.
Yargıtay 15. HD., E. 2017/2736 K. 2018/1742 T.
25.4.2018