Uzay
teknolojisinde hızla artan gelişmeler, uzayda bulunan ay, mars, asteroit ve
diğer gezegenlerden faydalanmayı gündeme getirmiş; bu kapsamda gök
cisimlerindeki kaynakların araştırılması, bulunması, çıkarılması, işletilmesi
gibi hususlar, uzayın devletler ve hatta özel sektör nezdinde ticari faaliyetlerde
bulunabileceği yeni bir piyasa haline gelmesi sonucunu doğurmuştur.
Yaşanan
gelişmeler neticesinde, uzaydaki madenlerin çıkarılıp işletilmesi ve satılması
ile uzayın kullanımının tüm insanlığın menfaatine uygun olarak yürütülmesi,
ulusal egemenliğe konu edilmemesi gibi noktalarda çatışmaların yaşanmaması
amacıyla uzayın hukuki rejiminin belirlenmesi çalışmaları başlamıştır.
Bu
çalışmanın birinci bölümünde, uzay hukukuna ilişkin temel kavramlar
açıklanacak, uzay hukukun doğuşuna ve uzayın hukuki rejimine değinilecektir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, uzay hukukunun kaynakları ve uzay madenciliğine
etki eden uluslararası anlaşmalar ve örgütlerden bahsedilecektir. Çalışmanın
son bölümünde, uzay madenciliğinde egemenlik ve mülkiyet edinme sorunu ele alınacaktır.
I- UZAY HUKUKU
1.1. Kavram
Uzay,
dünya dahil tüm gök cisimlerini içinde bulunduğu boşluk olarak
adlandırılmaktadır. Canlı-cansız tüm varlıklar, hava ve tüm evren boşluk
içermekte olup bu boşluktaki hareketler maddenin temelini oluşturmaktadır. Uzay
boşluğu, dünya ve diğer gezegenlerin kendilerine ait atmosferi dışındaki alan
olarak adlandırılsa da hidrojen, helyum, karbon molekülleri ve elektromanyetik
alanlar barındırmaktadır. Ancak, atmosferin tamamen bittiği sınır tam olarak belirlenemediğinden,
atmosferin bittiği ve uzayın başladığı alanın belirlenmesi hukuki bir sorun
haline gelmiştir.
Uzayın
nerede başladığı, uygulanacak olan hukuki rejim açısından önem arz etmektedir.
Uzaya ilişkin pozitif hukukta net bir tanım belirlenmemiş olsa da 1967 tarihli
“Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dahil, Uzayın Keşif ve Kullanılmasında Devletlerin
Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma”da uzay boşluğu ile ay ve gök
cisimleri de uzayın tanımına dahil edilmiştir. Devletlerin hava sahası üzerinde
egemenlik hakkı mevcutken yani burada egemenliğe dayalı bir hukuksal rejim
uygulanırken, hava sahasının bittiği ve uzay sınırlarının başlamış olduğu
alanda hukuki rejim de değişmektedir. Ancak hem hukuksal hem de teknik açıdan
hava sahasının bittiği ve uzayın başladığı kesin bir çizgi belirlenememiştir. [1]
1967
tarihli Uzay Antlaşması'nın kabul edilmesini izleyen yıllarda Birleşmiş
Milletler Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi’ne (United Nations
Committee on the Peaceful Uses of Outer Space/ UNCOPUOS) uzay sınırının
belirlenmesi amacıyla birçok teklif sunulmuştur. Komite, meseleyi mekânsal ve
işlevsel olmak üzere iki temel yaklaşım ile ele almış; ancak ne bu yaklaşımlar
çerçevesinde ne de komite içinden ve dışından önerilen herhangi bir kriter
doğrultusunda bir çözüm üretebilmiştir. Komite ayrıca, dış uzayı tanımlamanın
gerekli olup olmadığı meselesine de değinmiş; dış uzay sınırının
belirlenmemesinin devletler arasında herhangi bir ihtilafa yol açmadığı veya
uluslararası belgelerin uygulanmasını olumsuz yönde etkilemediği sonucuna
varmıştır. [2]
1.2. Uzay Hukukunun Doğuşu ve Uzayın Hukuki
Rejimi
Uzay
hukuku, devletlerin uzayla ilgili sorunlarının ele alındığı gelenek hukuku
olarak tanımlanmakta olup uluslararası alanda ise insanlığın uzaydaki faaliyetlerini
düzenleyen uluslararası ve ulusal hukuk olarak belirtilmektedir. Uzay hukuku
ile devletlerarası ilişkilerin düzenlenmesi, devletlerin uzaydaki tüm
faaliyetlerden doğan hak ve sorumluluklarının belirlenmesi, uzayın kullanımının
ve keşfinin tüm ulusların çıkarına uygun olması ve dünya dışı tüm varlıkların
korunması amaçlanmıştır.
Uzay
hukukuna ilişkin ilk uluslararası düzenlemelerden önce, uzayın hukuki rejimine
ilişkin çeşitli farklı görüşler ortaya atılmış; uzayın herkesin sahip
olabileceği, egemenlik ilan edebileceği ve sonuç olarak mülkiyet edinebileceği
“res nullius” rejimine mi yoksa uzayın insanlığın ortak mirası olduğu, ortak
şekilde kullanıldığı ve neticeten egemenlik ilan edilmesinin ve mülkiyet tesis
edilmesinin mümkün olmayacağı “res communis” rejimine mi tabi olacağı konusu
tartışılmıştır. Bu tartışmalar, uzayın hukuki rejiminin temelinin
oluşturulmasına ön ayak olmuştur.
Uzayın
hukuki rejimine ilişkin tartışmalar sürerken, II. Dünya Savaşı sonrasında
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında başlayan Uzay Yarışı
(Space Race) sonucunda her iki devletin de uzayda agresif bir şekilde egemenlik
yarışına girmesi ve uzayın barışçıl olmayan silah deneyi gibi amaçlarla
kullanımı sonrası ortaya çıkabilecek tehlikelerin öngörülmesi sebebiyle bu iki
devleti bir araya getiren ve tüm uzay faaliyetlerine yön veren en temel hukuki
metinler ve ilkeler Birleşmiş Milletler nezdinde oluşturulmaya başlanmıştır. [3]
Birleşmiş
Milletler, uzaya ve uzay faaliyetlerine ilişkin, uzayın tüm insanlığın ortak
yararına kullanılmasını ve uzay faaliyetlerinin barışçıl amaçlarla
gerçekleştirilmesini temel politika olarak benimsemiş; bu amaç doğrultusunda a
1959 yılında kurulan Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanılması Komitesi (Commitee
on the Peaceful Uses of Outher Space- COPUOS) uzay faaliyetlerinin hukuki
rejimine ilişkin ilk uluslararası belgeleri ortaya koyan yapı olarak tarihe
geçmiştir. Türkiye ise 1977 yılında komiteye üye olarak çalışmalara
katılmıştır. [4]
COPUOS’un
ilk çalışması 1963 tarihli ve 1962 sayılı “Uzayın Keşfi ve Kullanılmasında
Devletlerin Faaliyetlerini Düzenleyen Hukuksal İlkeleri Bildirgesi”dir. Bu
bildirge, devletlere uzay çalışmalarında benimseyecekleri ilkeleri gösterme
açısından bir ilk özelliğini taşımaktadır. 1963 tarihli bildirgenin ilk
maddesinde, uzayı araştırılması ve kullanılması bütün insanlığın menfaatine uygun
şekilde gerçekleştirileceği hüküm altına alınmış; “res communis” rejimi, yani
insanlığın ortak sahip olabileceği, ortak ve eşit olarak yararlanabileceği ve
sonuç olarak üzerinde hiçbir şekilde egemenlik ilan edemeyeceği ve mülkiyet
tesis edemeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Öte yandan, uzay ve gök cisimlerinin
işgal edilmesi veya herhangi bir suretle ele geçirilerek devletlerin egemenlik
ilan edemeyeceği hususu da yine bu bildirgenin önemli ilkelerinden biri haline gelmiştir.
Böylece uzay hukukuna ilişkin ilk uluslararası nitelikte belge ortaya çıkmış ve
uzayın hukuki rejiminin “res communis” olmasının yanı sıra uzay hukukuna
ilişkin ilkeler de öngörülmüştür. [5]
1.3. Uzay Madenciliğinin Doğuşu
Dünyada
tükenmekte olan veya artık çıkarımının ekonomik ve teknolojik açıdan zorlaştığı
değerli kaynakların uzaydan temini hususu, uzay madenciliğinin doğmasına yol
açmıştır. Ayrıca, uzay madenciliğinin
ortaya çıkış sebeplerinden biri de Dünyadaki kaynakların hızla tükenmeye
başlaması iken, bir taraftan da teknolojinin gelişimiyle değerli maden
kaynaklarının uzay cisimleri üzerinde yüksek miktarlarda bulunduğunun tespit
edilmesidir. Özellikle, nadir toprak grubu metalleri gibi pahalı metaller ve özellikle
platin grubu metallerin alt grubu, uzay madenciliği çalışmalarının gündemini
uzun süre meşgul etmiştir.
Amerika
Birleşik Devletleri, Rusya, Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Güney Kore, Japonya,
İsrail, Ukrayna, İran gibi ülkeler gerek devlet nezdinde gerekse
destekledikleri şirketler vasıtasıyla uzay madenciliği faaliyetlerinde bulunmaktadır.
II- UZAY HUKUKUNUN KAYNAKLARI
2.1. Uzay Hukukuna İlişkin Bazı Uluslararası
Düzenlemeler
2.1.1. 1967 Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dahil, Uzayın
Araştırılması ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler
Hakkında Antlaşma
“Uzay
Antlaşması” olarak bilinen bu antlaşma, 10.10.1967 tarihinde yürürlüğe girmiş
ve Türkiye, 01.06.1968 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmak suretiyle antlaşmaya
taraf olmuştur. 17 maddeden oluşan Uzay Antlaşması ile uzayın barışçıl
amaçlarla keşfedilmesi ve kullanılması amaçlanmıştır.
Uzay
Antlaşması’nın ilk maddesi Ay ve diğer gök cisimleri dahil olmak üzere, uzayın
kullanımı ve keşfi, iktisadi veya bilimsel kalkınma derecelerine bakılmaksızın
tüm devletlerin çıkar ve menfaatleri gözetilerek bütün insanlık adına
yürütülmelidir şeklinde düzenlenmiş, “res communis” ilkesi benimsenmiştir.
Antlaşmanın
2. maddesi ise günümüzde hala tartışmaların yaşandığı uzayda egemenlik ve
mülkiyet hakları yönünden önemli bir düzenleme getirmiştir. Oldukça kısa bir
dille yazılan madde Ay ve diğer gök cisimleri dahil olmak üzere, uzayın
herhangi bir suretle milli iktisaba yani egemenlik iddiası ile ulusal açıdan
tahsis edilemeyeceğini düzenlenmektedir. Maddenin kaleme alındığı dönemde uzay
faaliyetlerinin yalnızca devletler tarafından yürütüldüğü göz önüne
alındığında, devletlerin egemenlik ilan etmesinin yasaklanması yeterli olarak
görülebilir. Ancak günümüzde özel sektörün mali yönden devletler kadar güçlü
bir konuma gelmesi ve uzayın maddi yönden değerli madenler içermesi sebebiyle
uzay faaliyetlerine olan ilginin artması II. maddenin yeterliliğinin
sorgulanmasına yol açmıştır. [6]
Uzay Antlaşması’nın
tartışmaya en açık olan maddesi olan 4. maddesinde, taraf olan devletlerin,
dünya yörüngesine veya diğer gök cisimlerinin üzerine nükleer silah ve diğer
kitle imha silahlarını yerleştirmemeyi taahhüt ettiği hüküm altına alınmıştır.
Aynı maddenin ikinci fıkrası ise, devletlerin Ay ve diğer gök cisimlerini
münhasıran barışçıl amaçlarla kullanılacağı şeklindedir. Bu kapsamda, gök
cisimleri üzerine askeri üs veya tesis kurulması yasaklanmış, ancak barışçıl
amaçlarla buna izin verilebileceği düzenlenmiştir.
Uzay
Antlaşması’nın 4. maddesi ile ilgili tartışılan konu ise yeni teknolojik
gelişmeler sonucu ortaya çıkan silahların bu maddenin içine sokulup
sokulamayacağına ilişkindir. [7] Öte yandan kitle imha silahlarının mahiyeti de
belirsiz olup kimyasal veya biyolojik silahların bu kategoriye dahil edilip
edilmemesi gerekliliği belirsizdir. [8] Uzay Antlaşması’nın lafzında da
anlaşılacağı üzere nükleer silah sayılmayan ve kitle imha silahı olarak
değerlendirilmeyen silahlar yasak kapsamına alınmamıştır. Böylece Ay ve diğer
gök cisimleri içindeki madenlerin tespiti için kullanılabilecek patlayıcı
silahların bu madde kapsamında değerlendirilmeyeceği sonucu ortaya çıkmıştır.
Nitekim yakın tarihte Japonya’nın Hayabusa II uzay aracının Ryugu asteroidini
yapay krater oluşturmak üzere bombalaması uzayda silah kullanımı konusunu bir
kez daha gündeme getirmiştir.
4.
maddenin ikinci fıkrasının nasıl yorumlanması gerektiği ise ayrı bir tartışma
konusu haline gelmiş; tartışmanın odağı uzayın barışçıl amaçlarla kullanılmasından
anlaşılması gerekenin tamamen askeri olmayan (non-military) mı yoksa askeri
olan ancak diğer devletlere karşı olmayan (non-agressive) mı şeklinde
yorumlanması gerektiği olmuştur. Sovyetler Birliği, Ay ve diğer gök
cisimlerinin kullanılmasını tamamen askeri olmayan şekilde yürütme
taraftarıyken, Amerika Birleşik Devletleri ise barışçıl amaçlarla ve insanlığın
yararına olan askeri faaliyetlerin gerçekleştirilebileceğini öne sürmüştür.
Uzay Antlaşması’nın
6. maddesi ise, uzay madenciliği de dahil olmak üzere özel teşebbüslerin uzay
faaliyetleriyle ilgili olarak devletlerin doğrudan ve tamamen sorumlu olduğu
şeklindedir. Bu düzenleme ile, devletlerin, koruyuculuğunu üstlendikleri özel
teşebbüsler tarafından yürütülen, uzay madenciliği faaliyetlerinde
kullanılanlar da dahil olmak üzere, uzay nesnelerinden kaynaklanan hasarlardan
sorumlu oldukları hüküm altına alınmıştır.
9. madde
ise, devletlerin kendileri veya vatandaşları tarafından üstlenilen uzay faaliyetlerini,
Uzay Antlaşması’na taraf diğer devletlerin menfaatlerini gözeterek ve uzay ile
yeryüzü ortamında meydana gelebilecek zararlı değişmeleri önleyecek şekilde
yürütmelerini belirtmektedir.
2.1.2. 1968 Astronotların Kurtarılması, Astronotların
ve Uzaya Fırlatılmış Olan Araçların Geri Verilmesi Hakkında Anlaşma
Sovyetler
Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında süregelen uzay yarışı devam
ederken, bir Amerikan uzay aracının veya astronotlarının Sovyet Rusya’ya iniş
yapması veya düşmesi ya da tam tersi bir senaryoda tüm teknolojinin diğer
devlet tarafından ele geçirilebileceği düşüncesi ve dahası astronotların
gözaltına alınarak devlet sırlarının ifşa olması riski, taraf devletleri Uzay
Antlaşması’ndan hemen sonra astronotların kurtarılması ve uzay araçlarının geri
verilmesine yönelik uluslararası bir düzenleme yapmaya sevk etmiştir. [9]
Bu
antlaşma ile taraf devletlere, tehlike durumunda olan diğer taraf devletlerin
astronotlarına yardımcı olma, gerektiğinde diplomatik himaye sağlama ve
astronotların uzay aracı ile birlikte ilgili devlete iade edilmesi yükümlülüğü
getirilmiştir.
2.1.3. 1972 Tarihli Uzay Cisimlerinin Verdiği
Zararlardan Dolayı Uluslararası Sorumluluk Hakkında Sözleşme
1972
tarihli Sözleşme, uzaya gönderilen araçların veya parçalarının dünya yüzeyine
düşmesi veya yörüngede çarpışması neticesinde ortaya çıkabilecek zarar ihtimali
neticesinde düzenlenmiş; bu ihtimali bertaraf etmek amacıyla “Fırlatan Devlet”
kavramı ortaya atılmıştır.
Fırlatan
Devlet, uzay cisminin fırlatan veya fırlattıran, ülkesinden veya tesislerinden
uzay cismi fırlatan devlet olarak tanımlanmış; fırlatan devletin fırlattığı
veya fırlatmaya çalıştığı uzay cisminin veya parçalarının zarara yol açması
halinde tazminat ödemesi gerektiği 1972 tarihli Sorumluluk Sözleşmesi’nde
düzenlenmiştir.
Sorumluluk
Sözleşmesi iki durum arasında net ayrım yaparak, ilkin yeryüzünde veya uçuş
halinde bir hava aracına fırlatılan uzay cismi sebebiyle zarar gelmesi
durumunda kusursuz sorumluluğun bulunduğuna işaret etmektedir. Keza fırlatan devletin
birden fazla olması kusursuz sorumluluk rejimini ortadan kaldırmayacağı gibi bu
devletler müşterek ve müteselsilen sorumlu olacaktır.
Sorumluluk
Sözleşmesi’nin ayrım yaptığı ikinci husus ise zararın dış uzayda veya gök
cisminde meydana gelmesi ihtimalidir. Bu durumda Sorumluluk Sözleşmesi kusur
sorumluluğunu öngörmektedir. Buna göre dış uzayda veya gök cisminde iki uzay
aracının çarpışması veya birinin diğerine zarar vermesi durumunda taraf
devletler eşit konumda bulunup tarafların kusurları dikkate alınarak sorumluluk
paylaştırılmaktadır. [10]
2.1.4. 1975 Tarihli Uzaya Fırlatılan Cisimlerin
Tescilleri Hakkında Sözleşme
1975
tarihli Sözleşme’de uzayda düzenin ve uzayın barışçıl doğasının korunmasının
sağlanması için uzay araçlarının tescil edilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Bu
düzenleme, bir zarar meydana geldiğinde, uzay aracının tespit edilebilmesi ve
yörüngeye silah gibi tehlikeli cisimlerin yerleştirilmesinin kayıt sistemi ile
önlenmesini ve uzaydaki faaliyetlerin kontrol altına alınmasını amaçlamaktadır.
Uzay
araçlarının kaydı için iki sistem bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Sözleşme’nin
2. maddesinde düzenlenen ulusal kayıt sistemidir. Bu sisteme sadece kayıtlı
devletlerin izni ile erişilebilmektedir. İkincisi ise, Sözleşme’nin 3.
maddesinde düzenlenen ve BM tarafından tutulan uluslararası kayıtlardır. Bu
kayıtlar tüm devletlerin erişimine açıktır. Uluslararası sicil sayesinde, Dünya
yörüngesindeki insan yapımı cisimler hakkında bilgi edinilebilmektedir. [11]
2.1.5. 1979 Tarihli Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök
Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Anlaşma
1979
tarihli Antlaşma, ABD’nin 1969 yılında Apollo 11 görevi ile Ay’ın yüzeyine iniş
yapması ve teknolojik gelişmeler ile uzayda insanlığın daha etkin rol
oynayacağının anlaşılması neticesinde ortaya çıkmıştır. 1979 tarihli
Antlaşma’nın yukarıda yer verilen uzaya ilişkin dört düzenlemeden en temel
farkı, söz konusu düzenlemeyi onaylanan devlet sayısının oldukça az olmasıdır.
Bunun en
önemli sebebi olarak devletlerin gök cisimleri hakkında insanlığın ortak mirası
kavramının ortaya konulması ve devletlerin bu cisimler üzerinde bulunan
kaynakların keşfi ve kullanımı konusunda bağlayıcı hükümlere tabi olmak
istememesi gösterilmektedir. Örneğin, uzay faaliyetlerinde teknolojik
yeterliliğe sahip olan Amerika Birleşik Devletleri bu antlaşmayı onaylamamış ve
antlaşmaya taraf olmamış, bu antlaşma hükümlerinin kendileri için geçerli
olmadığını söyleme hakkına sahip olmuştur.
Ay
Anlaşması’nın 1. Maddesinde, özel yasal kurallar yürürlüğe girmedikçe Ay ile
ilgili hükümlerin Güneş Sistemi içindeki bütün diğer gök cisimlerine
uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla Ay Anlaşması ile insanlığın o
tarihte ulaşabildiği bütün uzay cisimleri Ay Anlaşması’na dahil edilmek
istenmiştir.
Eğer
bilimsel bir faaliyet söz konusu ise devletler, Anlaşmanın 9. maddesine göre
araçlarını ve personelini Ay’a indirebilir. Yine 10. maddeye göre, Ay yüzeyinde
insanlı ya da insansız istasyonlar kurabilir. Ancak 11. maddeye göre,
personelin, tesislerin ve istasyonların Ay'ın yüzeyine yerleştirilmesi, Ay'ın
operasyona dâhil olan alanı üzerinde herhangi bir mülkiyet hakkı
yaratmayacaktır. 6. maddeye göre ise, devletler bilimsel araştırma niyetiyle
Ay’dan numune alabilir. [12]
Netice
itibariyle, Ay Anlaşması ile Ay ve doğal kaynaklarının insanlığın ortak mirası
olarak belirlenmesi ve madenlerin yalnızca bilimsel amaçlarla kullanılmasının
öngörülmesi sebebiyle, uzay faaliyetlerine öncü olan devletler tarafından
benimsenmemiştir. Günümüz itibariyle bu anlaşmaya taraf olan devlet sayısı 18
olup ABD, Rusya, Çin gibi uzay faaliyetlerine öncülük eden birçok devlet
insanlığın ortak mirası ilkesi nedeniyle anlaşmayı imzalamayı reddetmiştir.
2.2. Uluslararası Anlaşmaların Taraf Olmayan
Ülkelere Uygulanması Sorunu
Uzay
faaliyetlerine öncülük eden devletlerin tamamının uygulamaya koyduğu ve 2020
yılı itibariyle 109 ülkenin taraf olduğu Uzay Antlaşması, uluslararası çapta
kabul görmüş en kapsamlı uzay hukuku düzenlemesi olarak karşımıza çıkmaktadır
ve uzayın hukuki rejimini ortaya koymaktadır. Uzay Antlaşması’na taraf olmayan
devletlerin ise henüz uzay faaliyetlerinde bulunacak teknolojik seviyeye
ulaşamamış nispeten daha küçük devletler olduğu bilinmektedir. [13]
Uzay
Anlaşması’nın örf ve adet hukuku haline geldiği, taraf devletlerin kendi
mevzuatlarını buna göre şekillendirdiği göz önünde bulundurulduğunda, Uzay
Anlaşması’nın ve Uzay Anlaşması’nın dayanak olduğu Kurtarma Anlaşması,
Uluslararası Sorumluluk Sözleşmesi ve Tescil Sözleşmesi’nin de örf ve adet
hukuku haline geldiği, uzayın keşfi ve kullanımına ilişkin ilkelerin bir teamül
geldiği ve neticeten bu düzenlemelerin anlaşmalara taraf olsun veya olmasın tüm
devletler açısından bağlayıcı olduğu kabul edilmektedir.
Ancak, Ay
Anlaşması’nın uluslararası nitelikte kabul görmemesi ve az sayıda devletin Ay
Anlaşması’na taraf olması sebebiyle örf ve âdet hukuku olarak kabul
edilemeyeceği ve taraf olmayan devletlere uygulanamayacağı görüşü ağırlık
kazanmıştır.
III- UZAY MADENCİLİĞİNDE EGEMENLİK VE
MÜLKİYET EDİNME SORUNU
Uzay
madenciliğinin ortaya çıktığı ilk andan itibaren karşılaşılabilecek sorunlar ve
hukuki eksiklikler yeni tartışmaların ve fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bu kapsamda, uzay madenciliğinde karşılaşılan/karşılaşılabilecek temel sorunlar
şu şekilde sıralanabilir:
- Egemenlik
ve mülkiyet rejimleri
- Uluslararası
antlaşmalar gereğince, uzaydaki tüm faaliyetlerin insanlık adına yürütülmesi gerekliliği
-
Kirlilik neticesinde oluşacak uzay çöplüğü
- Ticari
faaliyette bulunan, astronot olamayan kişilerin hukuki statüsü
3.1. Egemenlik ve Mülkiyet Edinme Sorunu
Öğretide
egemenlik ve mülkiyet rejimine ilişkin çeşitli görüşler öne çıkmıştır:
1967
tarihli Uzay Antlaşması'nda Ay ve diğer gök cisimleri dahil olmak üzere uzayın
keşfi ve kullanılması bütün ülkelerin menfaatleri gözetilerek yürütülmesi
gerektiğini belirtilmiş ve uzayın bütün insanlığa tahsis edildiğini
vurgulanmıştır. Ayrıca, uzayda ve uzay cisimlerinde egemenlik ilan edilmesinin
ve milli iktisaba konu edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Ancak,
bazı yazarlar, Uzay Antlaşması'nda şirketler, gerçek kişiler ve uluslararası
kuruluşlar yönünden açık bir düzenleme bulunmadığını belirterek şirketlerin,
gerçek kişilerin veya uluslararası organizasyonların uzayın herhangi bir
bölümünde egemenlik ilan edebilmesi ve mülkiyet tesis edebilmesinin mümkün
olabileceğini savunmaktadır. Bu nedenle, uzay madenciliği gibi faaliyetlerin
hukuki olarak mümkün olabileceği ve devletlerin sahiplik elde edememesine
rağmen özel sektörlerin bunu gerçekleştirebileceği düşünülmektedir.
Bu görüşü
savunan yazarlar, özel sektörün ve gerçek kişilerin Uzay Antlaşması'nda yer
almamasının ve 2. maddenin muaf tutulmasının, uzaydaki faaliyetlerde egemenlik
ilan edilmesi ve mülkiyet kazanılması gibi hukuki sorunları beraberinde
getirebileceğine dikkat çekmişlerdir. Uzay Antlaşması'nın yapıldığı dönemde,
uzay faaliyetleri yalnızca devletler nezdinde yürütülmesi öngörüldüğü için özel
sektörün veya gerçek kişilerin uzay faaliyetlerine dahil olacağı düşünülmemiş
ve bu nedenle antlaşmada kendilerine yer verilmemiştir. [14]
Ayrıca,
dış uzayın özel şirketlerin ya da gerçek kişilerin egemenliğine tahsis
edilmesine izin vermenin Uzay Antlaşması'nın ruhu ile bağdaşmamakta ve
insanlığın ortak menfaati, eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle ters düştüğü savunulmaktadır.
Bu görüşü savunan yazarlara göre, Uzay Antlaşması ile devletlerin uzay
cisimleri üzerinde egemenlik ilan etmesi ve bu nedenle devletlerin bile
yapmasının yasak olduğu bir davranışın özel sektör veya gerçek kişiler
tarafından da yapılamayacaktır.
Bu husus,
Çin’de görülmekte olan bir davada ele alınmış; Beijing Mahkemesi, 2007 yılında,
vatandaşlarına Ay’da arsa satan bir şirketin böyle bir yetkisinin olmadığını,
Uzay Antlaşması gereği devletler dahil hiç kimsenin Ay’da mülkiyet edinme
imkanının bulunmadığına karar vererek Lunar Embassy şirketinin Ay’da toprak
satma hakkını reddetmiştir.
Bu görüşü
eleştiren yazarlar, Uzay Antlaşması’nın 2. maddesinde özel sektör, gerçek kişi
ya da uluslararası organizasyon ibarelerinin bulunmamasının bilinçli bir tercih
olduğunu savunmuş ve gerekçe olarak Uzay Antlaşması’nın 6. Maddesini
göstermişlerdir. İlgili düzenlemeyle, devletlerin, hükümet veya hükümet dışı
gerçekleştirilen uzay faaliyetleri sebebiyle doğacak zararlardan sorumlu olduğu
hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla 6. madde ile taraf devletler, o dönem
hükümet dışı kişilerin uzay faaliyetlerinden doğabilecek zararları öngörüp
düzenleme altına almışken, 2. madde hükümet dışı kişilerin uzayda egemenlik
ilan edebilmesini açıkça yasaklanmamıştır. Dolayısıyla bu durum bilinçli bir
tercih olarak yorumlanarak taraf devletler harici kişilerin egemenlik ve
mülkiyet hakkının doğacağı düşünülmektedir.
Bazı
yazara göre, Uzay Anlaşması’nın 2. maddesi ve diğer maddeleri uzayda egemenlik
ilan edilmesine ve mülkiyet hakkı tesis edilmesine olanak sağlamazken uzaydaki
doğal kaynakların kullanılması açıkça yasaklanmadığından uzay madenciliği
mümkün olabileceğini belirtmiştir. [15]
Bu görüş
Ay ve diğer gök cisimleri üzerinde egemenlik ilan edilmesi ve mülkiyet hakkı
tesis edilmesinin hiç kimse için mümkün olmadığını kabul ederken, uzaydaki
doğal kaynakların kullanılmasının ve işletilmesinin egemenlik ilanı veya mülkiyet
hakkı sahipliği gerektirmeyeceği görüşüne dayanmaktadır. Yani, bu görüşü
savunanlar Uzay Antlaşması ile Ay ve diğer gök cisimleri üzerinde egemenlik
ilan edilmesinin yasak olduğunu kabul ederken, doğal kaynakların kullanımının
egemenlik ilan edilmesine ve mülkiyet tesis edilmesine gerek kalmadan da
gerçekleştirilebileceğini belirtmektedir.
Öte
yandan bazı hukukçular ise Uzay Antlaşması’nın hükümleri ile uyumlu olmak
şartıyla uzay madenciliğinin mümkün olabileceği ve uzayda ticari faaliyet
yürütülebileceğini ileri sürmektedir. Ancak bu noktada da Uzay Anlaşmasının 1.
Maddesi sorun yaratabilmektedir. Nitekim uzayın keşfi ve kullanılması bütün
ülkelerin çıkar ve menfaatlerine göre yürütülmelidir. Dolayısıyla uzay
faaliyetlerinde devletler global kamu yararını göz önünde bulundurmak
durumundadır fakat bu yararın nasıl sağlanabileceğini öngören bir ölçek mevcut
bulunmamaktadır. [16]
Netice
itibariyle, uzay madenciliği faaliyetlerinin gerçekleştirileceği uzay cisimleri
üzerinde egemenlik ve mülkiyet edinme hususları açıklığa kavuşmamış, bu
rejimlerin nasıl düzenleneceği hususunda görüş birliğine varılamamıştır. Uzay
Antlaşması’nın mevcut hükümleri ve yargı organlarının kararları, uzayda
devletlerin, gerçek ve tüzel kişilerin, egemenlik ilan etmesi ve mülkiyet edinmesinin
mümkün olmadığını göstermektedir.
Ancak,
uzay madenciliğinin gerçekleştirilmesi yönünden egemenlik ilanı ve mülkiyet
tesisi gerekmeyeceğini ileri süren görüşler her geçen gün önem kazanmakta olup
bu görüşün temeli, uzay madenciliğinin açıkça yasaklanmadığı ve doğal
kaynakların taşınmazlar gibi değerlendirilmemesi düşüncesine dayanmaktadır.
Av. Anıl
Sağlam
Kaynakça:
1. Deniz DOĞAN, Uzay Madenciliğinin
Hukuki Boyutu (İzmir: İzmir Bakırçay Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 2022), s.5
2. UN DOC-
A/AC.105/C.2/7. s. 66, p. 181-182. (1970-1977). “The Question of the Definition
and/or the Delimitation of Outer Space Background Paper Prepared by the
Secretariat in 1970 and Updated in 1977” https://www.unoosa.org/oosa/oosadoc/data/documents/1970/aac.105c.2/aac.105c.27_0.html
3. Taha
KAVLAKOĞLU, Uzay Madenciliğine İlişkin Hukuki Sorunlar (İstanbul, Galatasaray
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dönem Projesi, 2020) s.7
4. http://www.mfa.gov.tr/uzay.tr.mfa
5. Tronchetti,
Fundamentals of Space Law and Policy
6. KAVLAKOĞLU,
s.13
7. Stephen
Gorove, Arms Control Provisions In The Outher Space Threaty, A Scrutinizing Reappraisal,
Georgia Journal of International and Comparitve Law
8. GÜNEL,
Reşat Volkan, Uluslararası Uzay Hukuku Açısından Uzay Madenciliği
9. Brünner,
Soucek, Outer Space in Society, Politics and Law
10. KAVLAKOĞLU,
s.21
11. DOĞAN, s.18
12. DOĞAN, s.20
13. BRÜNER,
SOUCEK
14. Dunk,
Tronchetti, Handbook of Space Law
15. Lee, Law
and Regulation of Commercial Mining in Outher Space
16. KAVLAKOĞLU,
s.37