Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

TÜRK TİCARET KANUNU VE VERGİ KANUNLARI IŞIĞINDA TASFİYE MEMURLARININ SORUMLULUĞU

TÜRK TİCARET KANUNU VE VERGİ KANUNLARI IŞIĞINDA TASFİYE MEMURLARININ SORUMLULUĞU

1. Genel Olarak

Bu makale, Türk Ticaret Kanunu çerçevesinde tasfiye memurlarının hukuki sorumluluğunu kapsamlı biçimde incelemektedir. Öncelikle tasfiye memurlarının kimler olduğu, nasıl atandıkları ve hangi şartlarla görevden alınabilecekleri açıklanmıştır. Ardından, TTK hükümlerine göre sahip oldukları yetki ve üstlendikleri temel görevler; ilk envanter düzenleme, alacaklıların çağrılması, varlıkların satışı ve dağıtımı adımları ayrıntılı şekilde ele alınmıştır. Makalenin merkezinde TTK m. 553 uyarınca getirilen kusur sorumluluğu yer almakta, yükümlülüklerin ihlali hâlinde aranan unsur, kusur, zarar ve illiyet bağı kıstaslarıyla birlikte sorumluluktan kurtulma halleri değerlendirilmiştir. Öğretideki temel yaklaşımlar ve Yargıtay ile yerel mahkeme kararlarından örneklerle sorumluluğun pratikteki uygulama biçimleri gösterilmiştir.


Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) tasfiye memurlarını, şirketlerin sona erme aşamasında malvarlığını hukuka uygun şekilde sonlandırmakla yükümlü kılmaktadır. Tasfiye memurları, şirketin aktiflerini nakde çevirir, alacaklıların haklarını korur, borçları öder ve arta kalan varlığı ortaklara dağıtır. Bu süreçte hukuka aykırı hareket etmeleri hâlinde hem şirket hem pay sahipleri hem de alacaklılar zararlarının tazmini için doğrudan sorumluluk davası açabilir. Bu makalede, öncelikle tasfiye memurlarının kim oldukları ve nasıl atandıkları; daha sonra görev ve yetkilerinin kapsamı, TTK m.
553 uyarınca üstlendikleri kusur sorumluluğu; doktrindeki farklı yaklaşımlar ve yargı kararlarındaki eğilimler ile uygulamaya dönük çözüm önerileri ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

2. Tasfiye Memurlarının Tanımı, Atanma ve Görevden Alınma Usulleri


Tasfiye memurları, özellikle şirketin sona ermesi kararı alındığında malvarlığını tasfiye etmekle görevli gerçek veya tüzel kişilerdir. TTK m.
536/1 hükmüne göre, esas sözleşme ya da genel kurul kararıyla bir tasfiye memuru belirlenmemişse bu görev yönetim kuruluna düşer ve atanan kişiler ticaret siciline tescil ve ilan ettirilir. Zorunlu hallerde—örneğin mahkemenin feshe karar vermesi durumundatasfiye memurunu mahkeme tayin eder (TTK m.536/3). Birden fazla memur atanırsa, bunlardan en az birinin Türk vatandaşı olması ve Türkiye’de yerleşik bulunması şartı aranır (TTK m.536/4). Atama sonrasında da memurlar, görevlerini tamamlamadan önce genel kurul kararıyla veya haklı sebep gösterilerek mahkeme kararıyla her zaman görevden alınabilir ve yenisi atanabilir (TTK m.537).

3. Tasfiye Memurlarının Görev ve Yetkileri


Göreve başlar başlamaz tasfiye memurları ilk iş olarak TTK m.
540 uyarınca şirketin tasfiye başlangıcındaki durumunu tespit etmek için envanter ve bilanço hazırlar. Genel kurul onayından sonra envanterde yer alan mallar ve şirket defterleri memurların kontrolüne geçer. Ardından TTK m.538de öngörülen yetkiye dayanarak, genel kurul aksine karar vermedikçe şirketin aktiflerini pazarlık usulüyle veya açık artırma suretiyle satabilirler; önemli miktarda varlık satışında ayrıca genel kurul kararı gerekir. TTK m.539, temsile ilişkin esasları düzenler: Kanundan doğan yetkiler devredilemez, yalnızca vekâlet yoluyla temsil yetkisi verilebilir ve birden fazla memur arasında işlem yapılacaksa en az iki yetkili imzası şarttır. Alacaklıların bildirilmesi TTK m.541e göre taahhütlü mektuplar ve gazete ilanlarıyla üç kez yapılır; bildirim görmeyen alacaklıların alacakları devlete ait hesaba yatırılır. Son aşamada, TTK m.542de sayılan işler çerçevesinde şirket borçları ödenir, varlıklar nakde çevrilir, muaccel olmayan borçlar teminat altına alınır ve gerekirse mahkemeye iflas bildirimi yapılır. Tüm bu adımlar tamamlandıktan sonra, TTK m.543e uygun şekilde artan varlık pay sahiplerine dağıtılır ve sicil silme işlemi gerçekleştirilir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 26.09.2018 tarihli ve 2016/14184 E., 2018/5715 K. sayılı kararı;

“Dava, tasfiye memurunun sorumluluğuna dayalı olup davada varlığı ileri sürülen "doğrudan zararın" doğduğu tarihte yürürlükte bulunan 6102 sayılı Kanun'un 644/1-a maddesi delaletiyle aynı Kanunun 553. maddesinin uygulanmasını gerektirmektedir. Anılan maddede 6335 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle sorumluluğun kusura dayandığı belirtilmiş, keza madde metninden ispat yükü ile ilgili ibareler çıkarılmıştır. Şu halde, işbu davada davacı yan, davalı tasfiye memurunun görevini icrası sırasında, davadışı tasfiye halindeki şirketin yapılandırılmış vergi borcuna ilişkin ödenmesi gereken 30.7.2011 tarihli ikinci taksidin ve müteakip taksitlerin ödenmemesinde kusurlu olduğunu ve sonuçta bu vergi borçlarının kendisi tarafından ödenmesi nedeniyle zarara uğradığını ispatlamakla yükümlüdür. Davacı yan, tasfiye halindeki şirketin TCMB'de likit alacağının bulunduğunu, keyfiyeti tasfiye memuruna bildirmelerine rağmen vergi borçlarının bu kaynaktan ödenmesi olanağı varken ödenmediğini ileri sürmüş olup gerçekten de, dava dilekçesine ekli olarak sunulan ve TCMB tarafından düzenlenen 28.1.2008 tarihli hakediş belgesinde şirketin anılan bankada bir miktar bakiye alacağının bulunduğu belirtilmektedir. Davalı yan, söz konusu belgenin göreve başlamasından önceki bir tarihte düzenlenmiş olduğunu, hal itibariyle cüz'i bir tutara iliştiğini ve mahsup işlemi için TCMB'ye başvurmuş olmasına rağmen sonuç alınamadığını savunmuştur. Bu durumda davanın çözümü, şirketin geçmiş dönem vergi borçlarına ilişkin yapılandırma taksitlerinin ödenmesi gereken tarihlerde, borçları ödeme kabiliyetinin bulunup bulunmadığının anlaşılması ile mümkün olup mahkemece bu konuda hiçbir inceleme ve araştırma yapılmaksızın, doğrudan taksitlerin ödenmediğinden bahisle davalı tasfiye memurunun sorumlu olduğuna kanaat getirilmesi yerinde değildir.” [1]

hükmünü havidir.

4. Vergi Kanunlarına Göre Tasfiye Memurlarının Sorumluluğu

4.1. 5520 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 17. Maddesine Göre Tasfiye Memurlarının Sorumluluğu

552O sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun m.17/7 hükmü aynen;

“Tasfiye memurlarının sorumluluğu: Tasfiye memurları, kurumun tahakkuk etmiş vergileri ile tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergiler ve diğer itirazlı tarhiyatlar için, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 207 nci maddesine uygun bir karşılık ayırmadan aynı Kanunun 206 ncı maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklılara ödeme ve ortaklara paylaştırma yapamazlar. Aksi takdirde bu vergilerin asıl ve zamları ile vergi cezalarından şahsen ve müteselsilen sorumlu olurlar.

a) Yukarıda belirtilen vergiler ile sekizinci fıkra uyarınca tasfiye işlemlerinin incelenmesi sonucu tarh edilecek vergilerin asılları ve zamları, tasfiye sırasında dağıtım, devir, iade veya satış gibi yollarla kendisine bir iktisadî kıymet aktarılan ya da tasfiye kalanı üzerinden kendisine paylaştırma yapılan ortaklardan da aranabilir. Ortaklardan tahsil edilmiş olan vergi asılları için ayrıca tasfiye memurlarına başvurulmaz.

b) Tasfiye memurları, bu madde gereğince ödedikleri vergilerin asıllarından dolayı, yukarıda belirtilen yollarla kendisine bir iktisadî kıymet aktarılan veya tasfiye kalanından pay alan ortaklara ya da ortakların aldıkları bu değerler vergileri karşılamaya yetmezse İcra ve İflas Kanununun 207 nci maddesine uygun oranlar dahilinde aynı Kanunun 206 ncı maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklarını tamamen veya kısmen tahsil eden alacaklılara rücu edebilirler.”

şeklindedir.

Tasfiye sürecine giren kurumlarda, tasfiye memurlarının vergi sorumluluğu, gerek kurumun kamuya karşı yükümlülüklerinin güvence altına alınması, gerekse tasfiye sürecinin sağlıklı yürütülmesi açısından oldukça önemlidir.

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 17. maddesi kapsamında, tasfiye memurları, tasfiye döneminin her aşamasında kurumun tahakkuk etmiş vergilerini ve tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergiler ile diğer itirazlı tarhiyatları dikkate alarak gerekli karşılıkları ayırmakla yükümlüdürler.

Bu yükümlülük yerine getirilmeden, İcra ve İflas Kanunu’nun 206. maddesinde sayılan imtiyazsız alacaklılara ödeme yapılamayacağı gibi, ortaklara herhangi bir pay da dağıtılamaz. Aksi halde, doğan vergi borçlarının asılları, gecikme zamları ve vergi cezalarından dolayı tasfiye memurları şahsi malvarlıklarıyla ve müteselsilen sorumlu tutulurlar.

Ayrıca, tasfiye sırasında kendisine iktisadi kıymet aktarılan veya tasfiye kalanı üzerinden pay verilen ortaklardan da söz konusu vergilerin aslı talep edilebilir; bu durumda ortaklardan tahsil edilen kısımlar için tasfiye memurlarına ayrıca müracaat edilmez. Ancak, tasfiye memurları bu vergilerin asıllarını ödemeleri hâlinde, aktarımdan faydalanan ortaklara veya belirli oranda ödeme almış alacaklılara rücu edebilirler.

Bununla birlikte, vergi dairesinin tasfiye işlemlerini inceleme ve sonuçları memurlara bildirme yükümlülüğü devam ederken, tasfiye memurlarının sorumluluğu da bu inceleme tamamlanana kadar devam etmektedir. Bu hükümler, kamu alacaklarının tahsilinde güvenlik sağlarken, tasfiye memurlarına da yüksek bir dikkat ve özen yükümlülüğü yüklemekte; dolayısıyla sorumluluk kurumu vergi idaresi açısından önemli bir teminat mekanizması işlevi görmektedir.

4.2. 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 33. Maddesine Göre Tasfiye Memurlarının Sorumluluğu

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 33. maddesi aynen;

“Tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler, tasfiyenin başladığını üç gün içinde ilgili tahsil dairelerine bildirmek mecburiyetindedirler.

Tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler, amme idarelerinin her türlü alacaklarını ödemeden veya ödemek üzere ayırmadan önce tasfiye sonucunda elde edileni dağıtamazlar veya bunlar üzerinde her hangi bir şekilde tasarrufta bulunamazlar. Aksi halde tahakkuk etmiş ve edecek amme alacaklarından tasfiye memurları veya tasfiyeyi yürütenler şahsan ve müteselsilen mesul olurlar. Bu mesuliyet yapılan tasarrufların ifade ettiği para miktarını geçemez.

Bunların ödedikleri borçlar için amme alacağı ödenmeden kendilerine dağıtım yapılmış olanlara rücu hakları mahfuzdur.”

şeklindedir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 33. maddesi uyarınca, tasfiye memurlarının kamu alacaklarına ilişkin sorumluluğu, kamu alacağının önceliğini teminat altına alan bir düzenleme olarak dikkat çekmektedir.

İlgili hükme göre, tasfiye memurları tasfiyenin başladığını üç gün içinde ilgili tahsil dairesine bildirmekle yükümlüdür. Bu bildirimin yapılmaması hâlinde, tasfiyeye dair işlemlerin takibi ve kamu alacaklarının korunması sekteye uğrayabilmektedir.

Daha da önemlisi, tasfiye memurlarının, amme idarelerine ait her türlü alacak ödenmeden veya bu alacaklar için yeterli karşılık ayrılmadan önce tasfiye sonucunda elde edilen malvarlığını dağıtmaları veya bu malvarlığı üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmaları kesin olarak yasaklanmıştır.

Bu yasağa aykırı davranmaları durumunda, tahakkuk etmiş veya edecek olan tüm kamu alacaklarından dolayı şahsi malvarlıklarıyla ve müteselsilen sorumlu tutulurlar. Ancak bu sorumluluk, yapılan tasarrufun ifade ettiği para miktarı ile sınırlıdır.

Dolayısıyla burada getirilen sorumluluk “sınırlı kusursuz sorumluluk” niteliği taşımaktadır. Ayrıca, tasfiye memurlarının kamu borçlarını ödemeksizin malvarlığı dağıttıkları kişilere karşı rücu hakları saklı tutulmuş, böylece kamu alacağının korunması yanında tasfiye memurlarının denge içinde korunması da hedeflenmiştir.

4.3. 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 162. Maddesine Göre Tasfiye Memurlarının Sorumluluğu

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 162. maddesi aynen;

“Tasfiye ve iflas hallerinde, mükellefiyet vergi ile ilgili muamelelerin tamamen sona ermesine kadar devam eder. Bu hallerde tasfiye memurları veya iflas dairesi:

1. Tasfiye veya iflas kararlarını;

2. Tasfiyenin veya iflasın kapandığını; vergi dairesine ayrı ayrı bildirmeye mecburdurlar.”

şeklindedir.

Vergi Usul Kanunu’nun 162. maddesi, tasfiye veya iflas hâllerinde vergi mükellefiyetinin ne zaman sona ereceğine ve tasfiye memurlarının bildirim yükümlülüklerine açıklık getirmektedir. Buna göre, bir kurum tasfiye ya da iflas durumuna girdiğinde, vergiye ilişkin mükellefiyeti, sadece faaliyetlerinin durmasıyla değil, vergiyle ilgili tüm işlemlerin tamamen sona ermesine kadar devam eder.

Bu düzenleme, tasfiye sürecinde doğabilecek vergisel yükümlülüklerin takip edilmesini ve kamu alacağının korunmasını amaçlamaktadır. Bu kapsamda tasfiye memurlarının hem tasfiye kararını hem de tasfiyenin tamamlandığını ilgili vergi dairesine ayrı ayrı bildirmeleri zorunludur.

Bildirim yükümlülüğü, vergi idaresinin süreci etkin biçimde denetleyebilmesi ve tasfiye süresince doğabilecek yeni vergisel yükümlülüklerin zamanında tespit edilebilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bildirim yapılmaksızın veya eksik bildirimle yürütülen tasfiyeler gerek mükellef gerekse tasfiye memurları açısından ciddi mali ve hukuki sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle tasfiye memurlarının, vergi idaresiyle iletişimini kesintisiz ve doğru şekilde sürdürmeleri, kamu alacağının tahsili açısından olduğu kadar, kendi sorumluluklarını sınırlamaları açısından da önem arz etmektedir.

5. Türk Ticaret Kanunu’na Göre Kusur Sorumluluğu ve Sorumluluktan Kurtulma Hâlleri


TTK m.
553/1 hükmü, tasfiye memurlarını, kanundan veya esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusuruyla ihlal ettikleri takdirde şirket, pay sahipleri ve alacaklılara karşı sorumlu kılar. Kusur sorumluluğu; ihmal veya kasıt unsurunu, yükümlülüğün varlığını, gerçekleşen zararı ve zarar ile eylem arasında illiyet bağını gerektirir. Memurların, görevlerini basiretli bir iş adamı” standardına uygun şekilde yerine getirdiğini ispatlaması sorumluluktan kurtulmanın temel yoludur. Ayrıca, TTK m.553/2 uyarınca bir görevin kanuna dayanarak başkasına devri hâlinde devreden kişi, devralanın seçim ve denetiminde makul özeni göstermişse sorumluluktan muaf tutulur. Ancak m.553/3, kontrol dışı kalan kusurların savunulamayacağını açıkça vurgular.

6. Sonuç

Tasfiye memurları, şirketin sona erme aşamasında kritik roller üstlenir; bu nedenle her adımı hukukî sorumluluk riskini beraberinde taşır. Uygulamada vergi ve SGK borçlarının tespiti, alacaklı bildirimlerinin tam ve doğru yapılması, düzenli ara raporlamalar ve bağımsız denetim mekanizmaları gibi tedbirler hayati önem taşır. Ayrıca, noter gözetimi ve altı aylık dönemler halinde mahkemeye hesap verme zorunluluğu gibi uygulamalı düzenlemeler, özen yükümlülüğünün fiilen yerine getirilmesini teşvik ederek hem alacaklı hem pay sahibi hem de memur haklarını güvence altına alacaktır. Bu öneriler, tasfiye sürecinin hukuka uygun, şeffaf ve etkin şekilde tamamlanmasını sağlayacaktır.

Stj. Av. Efe Öztürk

 

Kaynakça:

1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 26.09.2018 tarihli ve 2016/14184 E., 2018/5715 K. sayılı kararı

2. 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu

3. 5520 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu

4. 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun

5. 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN