Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

TÜRK HUKUKUNDA MODA TASARIMLARININ TELİF HAKKI İLE KORUNMASI

TÜRK HUKUKUNDA MODA TASARIMLARININ TELİF HAKKI İLE KORUNMASI

Değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik olarak tanımlanan moda kavramı, doğası gereği bir geçicilik unsuru içermekte olup, genellikle sezonluk olarak üretilen moda ürünleri, birkaç yıl içerisinde tüketilmektedir.

Fikri bir çaba sonucu ortaya çıkan moda tasarımlarının, tasarım tescil şartlarını sağlaması halinde tescil edilmesi ve tasarım mevzuatı kapsamında korunması mümkün olmakla birlikte, kimi zaman sadece bir sezon moda olacak bir tasarım için, tasarım mevzuatı kapsamında tescil başvurusu yapılması, hem tescil sürecinin uzunluğu hem de tasarım tescil ücretleri gözetildiğinde faydasız kalmaktadır.

Mülga Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’den farklı olarak, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 55. maddesi ile ilk kez Türkiye’de kamuya sunulmuş olması halinde tescilsiz tasarımların korunmasının da önü açılmış olmakla birlikte, “ilk kez Türkiye‘de kamuya sunulmuş olması” şartı nedeniyle uluslararası markalara ilişkin moda tasarımları için tescilsiz tasarım korumasının etkin bir kullanım alanı olmayacağı görülmektedir.

Ancak Türk Hukuku’nda tasarımların kümülatif olarak korunacağı açıkça düzenlenmiş (Sınai Mülkiyet Kanunu’nun md. 58/3; 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu md.4) olup, bu itibarla tasarım sahibi, tasarım mevzuatı yanında şartları varsa patent, marka ve fikir ve sanat eserleri mevzuatına da dayanabilir.

Hak sahibinin burada seçme zorunluluğu olmayıp;  şartları varsa yukarıda sayılan mevzuatın birine, birkaçına veya tamamına aynı anda dayanması mümkündür. Ayrıca haksız rekabet hükümleri de fikri mülkiyet hukuku yanında kümülatif olarak uygulanabilir olup, haksız rekabet hükümleri, fikri mülkiyet hukuku ( örneğin tasarım ya da marka, patent hukuku) yanında ikinci derecede değil, gerektiğinde ve koşulları varsa doğrudan ve birinci derecede uygulanabilir.

Kümülatif koruma ilkesi düzenlenirken herhangi bir istisnaya yer verilmemiş olup, bir şart aranmaksızın, bir çalışma hem tasarım, hem de fikir ve sanat eseri özelliği taşıyorsa, her iki konuyu düzenleyen mevzuata göre korunur. Bu çalışmada, moda tasarımlarının Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Kapsamında telif hakkı korumasından faydalanmasının şartları incelenecektir.  

Türkiye öncelikle 1 Ocak 1952 tarihinde Bern Sözleşmesi’nin 1948 yılında tadil edilmiş metnine katılmış,  07.07.1995 tarih ve 4117 sayılı “Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern Sözleşmesinde Değişiklik Yapan ve 1979’da Tadil Edilen Paris Metnine Katılmamızın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” ile de Bern Sözleşmesi’nin en son haline taraf olmuştur (RG:12/07/1995 tarih ve 22341 sayılı).

Bern Sözleşmesi’ne taraf olunması akabinde Bern Anlaşması’nın hükümlerine uygun bir kanun için çalışmalar başlamış ve Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kabul edilmiştir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, eser sahibinin ve bağlantılı hak sahiplerinin haklarının korunması, hakların tasarruf şekli ve meydana gelen ihlallere ilişkin yaptırımları düzenlemektedir.          

Türkiye’deki telif hakkı ve telif hakkının korunmasıyla ilgili yasal mevzuat FSEK ve FSEK kapsamında çıkarılan ikincil yönetmeliklerdir. FSEK m. 1/B’de eser “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri” olarak tanımlanmıştır.

Bir fikir ve sanat eserinin FSEK anlamında eser kabul edilebilmesi için şu unsurların bir araya gelmesi gerekir:

  1. Ortada fikri bir ürün olmalıdır.
  2. Bu fikri ürünün bir şekle bürünmüş olması gerekir.
  3. Fikri ürünün sahibinin hususiyetini yansıtması gerekir.
  4. FSEK’de öngörülen eser türlerinden birine girmelidir.

Yukarıdaki şartları sağlayan eserler, eserin yaratıldığı andan başlayan doğal bir korumadan yararlanır. Eserin herhangi bir kuruma kayıt (tescil) ettirilmesine ya da onaylattırılmasına gerek yoktur.

FSEK kapsamında koruma altındaki eser türleri; ilim ve edebiyat eserleri, musiki eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserleridir. Söz konusu eser türlerinden güzel sanat eserleri Kanun’un 4. maddesinde sayılmış olup, buna göre “Güzel Sanat Eserleri” , estetik değere sahip olan; 1. Yağlı ve suluboya tablolar; her türlü resimler, desenler, pasteller, gravürler, güzel yazılar ve tezhipler, kazıma, oyma, kakma veya benzeri usullerle maden, taş, ağaç veya diğer maddelerle çizilen veya tespit edilen eserler, kaligrafi, serigrafi, 2. Heykeller, kabartmalar ve oymalar, 3. Mimarlık eserleri, 4. El işleri ve küçük sanat eserleri, minyatürler ve süsleme sanatı ürünleri ile tekstil, moda tasarımları, 5. Fotoğrafik eserler ve slaytlar, 6. Grafik eserler, 7. Karikatür eserleri, 8. Her türlü tiplemelerdir.

Bu kapsamda “Güzel Sanat Eserleri” arasında sayılmış olan moda tasarımları, yukarıda yer verilen diğer şartları da sağlamaları halinde, marka hukuku, tasarım hukuku ve haksız rekabetin yanı sıra FSEK kapsamında korunmaktadır.

Aşağıda bir “moda tasarımının” eser olarak kabul edilebilmesi için taşıması gereken şartlar kısaca açıklanmaya çalışılacak, söz konusu şartlardan koruma kapsamını belirlemede merkez kavram olan “hususiyet” kavramı üzerinde özellikle durulacaktır;

  1. Ortada fikri bir ürün olmalıdır

Fikri hakka konu olabilecek bir üründen bahsedebilmek için zihinsel, duygusal ya da estetik şekilde bunun ifadesi gerekir. Bu fikri ürünün, ilim ve edebiyat eserlerinde olduğu gibi kavramsal içeriğinin, güzel sanat eserlerinde olduğu gibi görsel, musiki eserlerinde olduğu gibi bir ses tonu yahut veri tabanlarında olduğu gibi zihinsel çabaların ürünü olması gerekir.

  1. Fikri Ürün bir “şekle” bürünmüş olmalıdır

Fikri hakka konu ürünün, belirli bir şekilde, formda ifade edilmesi gerekir. Dolayısıyla henüz şekillenmemiş bir fikri ürün FSEK korumasından yararlanamaz. İçerik ve şekil ifade edilmeli, yani bir ifade aracıyla algılanabilir hale getirilmelidir.

  1. Fikri ürün sahibinin hususiyetini taşımalıdır

Kanun koyucu her çalışmayı eser olarak korumamıştır. Bir çalışmanın eser niteliğini kazanarak korunabilmesi için sahibinin hususiyetini taşıması gereklidir. Sahibinin hususiyetini taşıma, hem koruma şartı hem de koruma kapsamını belirlemede merkez kavramdır.  Sahibinin hususiyetini taşıma, fikri mülkiyet hakları alanında geçerli olan genel ilkelerden “yenilik” unsurunu ifade eder.  Bu unsur, eser sahibinin fikri çabasına ve yaratma yeteneğine ilişkindir. Eser, sahibinin “kişiliğini ve bireyselliğini” veya “yaratıcı katkısını” sağlamalıdır.

Hususiyet unsurunun kesin bir tanımını yapmak oldukça güçtür. Yargıtay kararlarında, eser sahibinin hususiyetinin, sıradan olmamayı ve belirli bir düzeyi bulunmak kaydıyla yaratıcılığı gerektirdiği belirtilmiştir.

Kararda geçen “yaratıcılık” tabiri, mutlak yenilik ve yaratıcılık anlamında olmayıp, eser sahibine özgülenebilen kendini tanıtma yeteneği ve asgari yaratıcılıktır.

Nitekim bir başka Yargıtay kararında “hususiyet” kavramının nasıl yorumlanması gerektiği konusunda şu şekilde yön gösterilmiştir; “Şüphesiz, ‘hususiyetin’ daraltıcı anlamda yorumu suretiyle mutlaka üst düzeyde yaratıcılık ve orijinallik içermesi gerektiği düşüncesi benimsenemez. Ancak ‘hususiyet’ geniş anlaşılması da eser olmayan ürünlere de bu niteliğin tanınmasına aracı yapılmamalıdır.” (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 13.03.2007 gün ve E. 2006/8934, K. 2007/4555 sayılı kararı)

Öğretideki açıklamalardan ve yargı kararlarından yola çıkılarak Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku anlamındaki “hususiyet” kavramını, eser sahibinin duygu ve düşünceleri ile yaşam deneyimleri, gözlem, yetenek, araştırma, algılama, bilgi, yetenek vb. birimini kullanarak meydana getirdiği üründeki fikri çabasını diğerlerinden ayıran, asgari seviyede de olsa yaratıcılık içeren, sıradan olmayıp, belirli bir düzeye sahip olan ve eser sahibine özgülenebilen anlatım dili (üslup) olarak genellemek mümkündür.

 Bir fikri ürünün eser olarak korunması için zorunlu olan hususiyet unsurunda genel olarak sayılan niteliklerin tamamının aynı anda bir arada bulunması gerekmeyebilir. Eserin türüne göre, bu niteliklerin bir veya birkaçının bulunması dahi hususiyetin varlığı için yeterli olabilir. Hususiyet kavramının dar kalıplar içerisine sıkıştırılması veya son derece geniş yorumlanmasından ziyade fikri ürünün dahil olduğu eser türünün özelliklerine göre değerlendirilmesi daha uygundur.

Nitekim Yargıtay kararlarında da hususiyet kavramının her somut olayın özelliklerine ve eserin türüne göre değerlendirildiği,  bir çalışmanın FSEK kapsamında sahibinin hususiyetini taşıyan bir eser olup olmadığının belirlenmesinde, eserin dahil olduğu kategoride uzman bilirkişilerin görüşünün alınması gerektiğinin içtihat edildiği görülmektedir.

  1. Güzel Sanat Eserlerine İlişkin Ek Şart: Estetik Değere Sahip Olma

Güzel sanat eserleri estetik değeri olan eserlerdir. Güzel sanat eserinde hususiyet ürününe ek olarak estetik vasfa sahip olma unsuru da getirilmiştir. Bir eserin güzel sanat eseri sayılabilmesi için, sanatsal değere sahip olması gerekir. Sanatsal değer, eseri sıradan, gelişigüzel, bilinen, herkesçe yaratılabilen ürünlerden ayırır. Güzel sanat eserinde estetik olma koşulu, meydana getirilen eserin takdir edilip edilmemesinden çok estetik unsuru bünyesinde barındırmasıdır. Estetizm, insan duyularına hitap eden, vücuda getirilen ürünü benzeri ürünlerden farklılaştırarak, özgürleştiren ve ilgi çekici kılan sanatsal özelliktir.

Güzel sanat eserinin estetik olma koşulu, Yargıtay’ın çeşitli karalarına konu olmuş olup; Kanun’da güzel sanat eseri sayılmış olan “mimarlık eseri”nin konu olduğu bir davada, estetiklik unsuru hakkında şu şekilde değerlendirmede bulunulmuştur; “Aynı Kanun'un 4/3. maddesine göre, mimarlık eserlerinin de güzel sanat eseri olarak korunabileceği hüküm altına alınmıştır. Burada eser olarak korunan şey mimari proje sonucunda ortaya çıkan yapıdır. Mimarlık projesi, ilim ve edebiyat eseri olarak korunurken, proje sonucu ortaya çıkan yapının, estetik değeri olmak şartıyla güzel sanat eseri olarak bizzat kendisi korunmaktadır. Ancak, mimari proje sonucu oluşan yapının güzel sanat eseri olarak korunabilmesi için, az önce değinildiği üzere, 5846 sayılı Kanunun 4/1. maddesi uyarınca estetik değere sahip olması bir zorunluluktur. Başka bir anlatımla, mimari projenin uygulanması sonucu ortaya çıkan yapının, benzerlerinden farklı ve estetik değere sahipliğinin tespit edilmesi gereklidir.” (11. Hukuk Dairesi 2012/3025 E., 2013/19676 K., 05.11.2013 T)

Bir deri ceket modelinin taklitlerinin üretilmesi ve satılması nedeni ile deri ceket tasarımcısı tarafından açılan telif tazminatı ve haksız rekabetten kaynaklı zararların tazmini talepli davada, Yargıtay moda tasarımlarının güzel sanat eseri olarak kabul edilmesinin şartlarını son derece katı belirlemiş,  moda tasarımlarının güzel sanat eseri olarak kabulü için “seri üretim yoluyla ticari kullanım amacını aşan ve işlevsel özelliğin çok ötesinde, seyir hissi yaratmak üzere meydana getirilmiş yüksek düzeyde estetik vasfa sahip” şartını aramıştır.

Tüm bu açıklamalar eşiğinde e moda tasarımları, FSEK kapsamında “Güzel Sanat Eserleri” arasında sayılmış olup, eser olmak için gerekli şartları sağlaması halinde FSEK kapsamında korunmaktadır.  Ancak moda tasarımlarının Kanun’da güzel sanat eseri olarak belirtilmiş olması, her moda tasarımının güzel sanat eseri olarak kabulü anlamına gelmemektedir. Bir güzel sanat eseri olan moda tasarımlarının, FSEK kapsamında korunması için yukarıda yer verilen dört şartın yanı sıra, “estetik değere sahip olma” şartını da yerine getirmesi gerekmektedir.
 

Moda tasarımlarının güzel sanat eseri olarak kabul edilmesi aracılığıyla birçok sınai ürünün de güzel sanat eseri sayılıp korunmasına yol açacak aşırı bir uygulamanın kapısının aralanabileceği konusunda doktrinde çekinceler belirtilmiş; belirtilen estetik niteliğin tespitinde titiz davranılması gerektiği belirtilmiştir.

FSEK taslağını hazırlamış olan E. Hirsch, moda eserlerinde kural olarak estetik unsurun bulunmadığını, ancak moda eserinin sahibinin özelliklerini taşıyan unsurların bulunması halinde fenni plan ve haritalar gibi, telif haklarından yararlanabileceğini, kısacası, güzel bir eteğin yalnız başına eser olarak nitelenemeyeceğini, ancak bu güzel eteğin bir dergide elbise modeli olarak yayımlanması halinde ilmi eser olarak nitelendirilebileceğini belirtmiştir. Burada Hirsch’in moda tasarımını güzel sanat eseri değil, ilmi eser statüsünde kabul ettiği gözlemlenmektedir.

Hirsch’in bu görüşüne rağmen sonradan yapılan değişiklik ile moda tasarımlarına, güzel sanat eseri olarak FSEK’de yer verildiği görülmekte olup; bu düzenleme kapsamında kural olarak hususiyet ve estetik değer taşıyan moda tasarımlarının FSEK kapsamında korunacağı söylenebilecektir.

Ancak yukarıda yer verilmiş olan “deri ceket” konulu davada, Yargıtay’ın moda tasarımlarında “estetik değer taşıma” şartını çok katı şekilde uyguladığı; bu yorum tarzı ile asıl amacı işlevsellik olan gündelik hayatta kullanılmak üzere tasarlanan moda tasarımlarının, estetik değer taşıdığını kabul etmek zor görünmektedir. 

Söz konusu emsal Yargıtay ilamı doğrultusunda bir moda tasarımının güzel sanat eseri olarak kabul edilmesi için ürünün basit yatarımdan uzak, günlük ve normal kullanımın ötesinde, seri üretim yoluyla ticari kullanım amacını aşan, işlevsel bir amaçtan ziyade sanatsa bir faaliyet sonucu, seyir hissi yaratmak üzere meydana getirilmiş, yüksek düzeyde estetik vasfa sahip olma şartlarını sağlaması gerektiği söylenebilecektir.

 

Av. Duygu Kesler

 

Kaynakça:

1- Fikri Mülkiyet Hukuku; Cahit Suluk, Rauf Karasu, Temel Nal; Şeçkin Yayınevi

2- Fikri Mülkiyet Hukuku; Savaş Bozbel, Levha Yayıncılık

3- Uygulamada Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, İlhami Güneş, Seçkin Yayınevi,

4- Fikri Mülkiyet Hukuku, Ünal Tekinalp, Vedat Kitapçılık,

5- Fikri Mülkiyet Hukukunun Esasları; Sami Karahan, Cahit Suluk, Tahir Saraç, Temel Nal; Seçkin Yayıncılık

6- Tasarım Hukuku; Cahit Suluk; Seçkin Yayınevi

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN