Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

TAŞINMAZLARIN ANONİM ŞİRKETLERE AYNİ SERMAYE OLARAK KONULMASI KAPSAMINDA ÜZERLERİNDE SINIRLI AYNİ HAK, HACİZ, TEDBİR GİBİ YÜKLER BULUNAN TAŞINMAZLARIN SERMAYE TAAHHÜDÜNE ESAS ALINABİLİRLİĞİNE DAİR DEĞERLENDİRMELER

TAŞINMAZLARIN ANONİM ŞİRKETLERE AYNİ SERMAYE OLARAK KONULMASI KAPSAMINDA ÜZERLERİNDE SINIRLI AYNİ HAK, HACİZ, TEDBİR GİBİ YÜKLER BULUNAN TAŞINMAZLARIN SERMAYE TAAHHÜDÜNE ESAS ALINABİLİRLİĞİNE DAİR DEĞERLENDİRMELER

1. Genel Olarak

Anonim ortaklıklarda; şüphesiz ki, şirketin temel finansman kaynağını sağlayan “sermaye” hususi bir öneme sahiptir. Zira anonim şirketlerin pay sahiplerinin şirket borçlarından sorumlu olmaması, diğer bir deyişle anonim şirketlerin sermayeleri ile sınırlı olarak sorumlu oluşları alacaklıların başvurulabilecekleri tek kaynak olan “sermaye” kavramını son derece önemli kılmaktadır. Ortakların koymayı taahhüt ettikleri sermaye kapsamında, sermayenin nakit para olarak getirilebilmesinin yanında nakit dışında bir değerin şirkete sermaye olarak konulması durumunda “aynî sermaye” kavramı gündeme gelecektir. Anonim şirketlere sermaye olarak getirilebilecek unsurlardan biri de taşınmaz ayındır. Anonim şirkete aynî sermaye olarak taşınmaz ayın getirilmesinde uyulması gereken prosedürler ve devamla aynî sermaye unsurları üzerinde sınırlı aynî hak, haciz, tedbir gibi yüklerin bulunması durumuna ilişkin değerlendirmeler işbu çalışmamızın konusunu oluşturacaktır.  

2.Taşınmazların Anonim Şirketlere Sermaye Olarak Getirilmesinde Uyulması Gereken Prosedürler

Taşınmazın anonim şirketlere ayni sermaye olarak getirilmesi “taahhüt işlemi” ve “tasarruf işlemi” olmak üzere iki aşamada gerçekleşir.

TTK m. 128/1 uyarınca; “Her ortak, usulüne göre düzenlenmiş ve imza edilmiş şirket sözleşmesiyle koymayı taahhüt ettiği sermayeden dolayı şirkete karşı borçludur.”

Bu noktada anonim şirkete ayni sermaye olarak getirilebilecek taahhüde konu ayni değerin pay sahiplerince taahhüt edilmesi, esas sözleşmeye kaydı ve sermaye taahhüdüne esas alınacak ayni değerin değerleme prosedürü taahhüt aşaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayni hakların anonim ortaklığa sermaye olarak getirilmesinin taahhüt edilmesi akabinde, şirketin bunlar üzerinde tasarruf edebilmesi için tapu siciline tescil işleminden geçmesi gerekliliğine dair tasarruf işlemi aşamasının da tamamlanması ile mülkiyet şirket tarafından kazanılacak ve böylece tasarruf işlemlerinde bulunulabilmesi mümkün hale gelecektir.

İki aşamayı ihtiva eden işbu sürece dair, nakit para dışındaki sermaye değerlerinin parasal karşılıklarının tespit edilmesi ve kayıt altına alınmasına ilişkin bilirkişilerce yürütülecek değerleme alt başlığına tarafımızca özellikle değinilecek olup geriye kalan hususlara kısaca değinmekle yetineceğiz. Şöyle ki;

Taahhüt işleminin şekline dair; her ne kadar genel hükümlere göre taşınmazın devrine yönelik taahhüt işlemi resmi şekil şartına tabi tutulmuş olsa da, TTK’daki özel düzenleme ile anonim şirketlere sermaye olarak taşınmaz mülkiyeti konulmasına ilişkin şekil şartı son derece hafifletilmiş durumdadır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 128/3 “Sermaye olarak taşınmaz mülkiyeti veya taşınmaz üzerinde var olan veya kurulacak olan ayni bir hakkın konulması borcunu içeren şirket sözleşmesi hükümleri, resmî şekil aranmaksızın geçerlidir.” hükmünü haizdir. Hal böyleyken, taşınmazların ayni sermaye olarak konulması taahhüdünün şirket esas sözleşmesinde yer alması, esas sözleşme dışında ayrıca ve ek bir sözleşme yapılmadan, resmi şekil şartı aranmaksızın ayni sermaye taahhüdünü geçerli kılmaya yetecektir.

Bu çerçevede, taşınmazın devrine ilişkin sözleşmenin tapu memuru önünde ya da satış vaadi şeklinde noter kanalıyla yapılması zorunluluğunun istisnasını, taşınmazın sermaye şirketlerine ayni sermaye olarak konulabilmesi hususu oluşturmaktadır.

TTK m. 128/2 uyarınca; “Şirket sözleşmesinde veya esas sözleşmede bilirkişi tarafından belirlenen değerleriyle yer alan taşınmazlar tapuya şerh verildiği, fikrî mülkiyet hakları ile diğer değerler, varsa özel sicillerine, bu hüküm uyarınca kaydedildikleri ve taşınırlar güvenilir bir kişiye tevdi edildikleri takdirde ayni sermaye kabul olunur. Özel sicile yapılan kayıt iyi niyeti kaldırır.” TTK m. 128/2’ye göre taşınmazın anonim ortaklığa sermaye olarak getirilmesinin taahhüt edildiğine dair tapu siciline şerh düşülmesi gerekmektedir. Bu noktada henüz mevcut olmayan bir malvarlığı değerinin anonim ortaklığa ayni sermaye olarak taahhüt edilemeyeceğini de belirtmekte fayda görüyoruz. Zira şerh yapılmamış olması ortaklığın tesciline engel teşkil edeceği için ayni sermaye olarak taahhüt edilen değerin tescilden önce mevcut olması gerekmektedir.

Devamla, sermaye olarak konulması taahhüt edilen malvarlığı değerlerinin bilirkişi tarafından değerlerinin belirlenmesi, işbu değerin esas sözleşmeye yazılması, imza edilip noterce onaylanmasının akabinde sicil müdürlüğüne başvuru yapılarak şerhin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

TTK m. 343’e göre; “Konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmelere ve ayınlara, şirket merkezinin bulunacağı yerdeki asliye ticaret mahkemesince atanan bilirkişilerce değer biçilir. Değerleme raporunda, uygulanan değerleme yönteminin somut olayın özellikleri bakımından herkes için en adil ve uygun seçim olduğu; sermaye olarak konulan alacakların gerçekliğinin, geçerliğinin ve 342 nci maddeye uygunluğunun belirlendiği, tahsil edilebilirlikleri ile tam değerleri; ayni olarak konulan her varlık karşılığında tahsis edilmesi gereken pay miktarı ile Türk Lirası karşılığı, tatmin edici gerekçelerle ve hesap verme ilkesinin icaplarına göre açıklanır…” madde metninin devamında, eTK’dan farklı olarak; bilirkişinin genel kurulca atanması sistemi yerine şirket merkezinin bulunacağı yerdeki asliye ticaret mahkemesince atanan bilirkişilerce değer biçme sistemi değişikliğine gidilerek isabetli bir düzenlemeye gidilmiştir. Nitekim bahse konu düzenleme, ilgili taşınmazın üzerinde yük bulunması halinde, aşağıdaki açıklamalarımız ile daha net anlaşılacağı üzere; mevzuat ve uygulama kapsamına getirilecek kollektif çözüm çerçevesinde bağımsız bilirkişilerce yapılacak olan değerlemeyi çok daha önemli kılması dolayısıyla yerinde ve ölçülüdür.

TK m. 343 içeriğinde bulunan “…uygulanan değerleme yönteminin somut olayın özellikleri bakımından herkes için en adil ve uygun seçim olduğu” ibaresi bilirkişiye somut olayda her bir ayni sermaye kalemi bakımından uygun bulduğu değerleme yöntemini kullanma serbestisi tanınmıştır. [1] Ek olarak “tatmin edici gerekçelerle ve hesap verme ilkesinin icaplarına göre” ifadesi keyfiliğin engellenmesi maksadıyla getirilmiş bulunan yerinde bir düzenlemedir.

Fakat burada doktrinde eleştiri toplayan husus; “şirket merkezinin bulunacağı yerdeki asliye ticaret mahkemesi” şeklindeki seçimin sermaye olarak konulacak taşınmazın şirketin merkezinin bulunacağı yerden başka bir yerde olması ihtimalinde mutlak yetki kuralının değerleme yapılmasını güçleştireceğidir. [2]

Ek olarak buradaki bir diğer eleştiri ise; yetki kuralı belirlenirken kuruluş işlemlerine dair sıranın atlanmış olmasıdır. Zira önce değerleme raporu hazırlanmalı akabinde ise esas sözleşme hazırlanmalıdır. Değerleme prosedürünün işletilebilmesi adına mahkemeye başvuru esnasında esas sözleşme henüz hazırlanmamış durumda olacak olup haliyle esas sözleşme de belirtilmesi gereken şirket merkezi de belirsiz durumda olacaktır. Bu halde kanun koyucu tarafından, uygulanması mümkün olmayan bir yetki kuralı düzenlemesine gidilmiştir. İşbu küçük gözükse de tarafımızın anlamlandırmakta zorlandığı yetki kuralına ilişkin düzenleme, kanun koyucunun makalemiz konusu meseleye karşı kolaycı bir tutum sergilediğine dair aşağıdaki görüşlerimizi destekler mahiyettedir.  Bu noktada; her ne kadar çekişmesiz yargı işlerinde yetkiyi düzenleyen HMK m. 384 hükmü değerleme prosedüründe uygulanabilir olsa da, makalemiz konusu meselenin ayrıntılı çalışma ve düzenleme ihtiyacında olduğu, mevzuatın yetersizliği ve uygulama problemlerinin mevcut olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. [3]

TTK m. 339/1 uyarınca; “Esas sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve bütün kurucuların imzalarının noterce onaylanması veya esas sözleşmenin ticaret sicili müdürü yahut yardımcısı huzurunda imzalanması şarttır.”

Hakeza hükmün devamında esas sözleşmede yazılması gereken hususlar belirtilmiş olup TTK m. 339/2-e; “Paradan başka sermaye olarak konan haklar ve ayınlar; bunların değerleri; bunlara karşılık verilecek payların miktarı, bir işletme ve ayın devir alınması söz konusu olduğu takdirde, bunların bedeli ve şirketin kurulması için kurucular tarafından şirket hesabına satın alınan malların ve hakların bedelleriyle, şirketin kurulmasında hizmetleri görülenlere verilmesi gereken ücret, ödenek veya ödülün tutarı.” şeklindeki kanun lafzından da anlaşılacağı üzere ayni sermaye olarak konulacak varlıklara biçilen değerin şirket esas sözleşmesine yazılması gerekmektedir. Dolayısıyla bilirkişiler tarafından icrası sağlanacak işbu değerleme yapılmadan, esas sözleşme yazılamayacaktır. Bu ahvalde sermaye taahhüdüne esas alınacak malvarlığı değerinin esas sözleşme hazırlanmadan önce mevcut olması gerektiği son derece açıktır. 

Devamla, tasarruf işlemine dair ise, 6102 sayılı TTK m. 128/5 uyarınca; “Taşınmaz mülkiyetinin veya diğer ayni bir hakkın sermaye olarak konulması hâlinde, şirketin bunlar üzerinde tasarruf edebilmesi için tapu siciline tescil gereklidir.” TTK, mülkiyetin şirket tarafından kazanılmasının ancak tescille mümkün olacağını açıkça hüküm altına almıştır. Anılan maddenin 6. fıkrasında ise mülkiyet hakkının tapu siciline tescili talebinin ticaret sicil müdürü tarafından re’sen ve hemen yapılacağı düzenlenmiş olup ek olarak şirketin tek taraflı talep hakkı da saklı tutulmuştur.

3. Üzerinde Sınırlı Ayni Hak, Haciz, Tedbir Gibi Yükler Bulunan Taşınmazların Mevzuat Kapsamındaki Mevcut Durumu

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1’inci maddesi, Türk Ticaret Kanunu’nu, 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun ayrılmaz bir parçası olarak tanımlamıştır. Bu ahvalde bir şirkete ayni sermaye olarak konulacak malvarlığının temelini 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683’üncü maddesindeki “mülkiyet hakkı” kavramı oluşturmaktadır.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Ayni sermaye olarak konulabilecek malvarlığı unsurları” başlıklı 342’nci maddesi “(1) Üzerlerinde sınırlı ayni bir hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikrî mülkiyet hakları ile sanal ortamlar da dâhil, malvarlığı unsurları ayni sermaye olarak konulabilir. Hizmet edimleri, kişisel emek, ticari itibar ve vadesi gelmemiş alacaklar sermaye olamaz. (2) 128 inci madde hükmü saklıdır.” hükmünü haizdir.

Madde metninden anlaşıldığı üzere; sermaye olabilecek malvarlığı değerlerinin devredilebilir ve para ile ölçülebilir nitelikte olması aranmaktadır. Kanun hükmü incelendiğinde, sadece üzerlerinde sınırlı bir ayni hak, tedbir ve haciz bulunmayan malvarlığı değerleri sermaye şirketlerine ayni sermaye olarak getirilebilmektedir.

Kanun koyucu tarafından ortaya konan; üzerlerinde bazı külfetler bulunan taşınmazların ayni sermaye olarak sermaye şirketlerine konulamayacağına ilişkin düzenlemenin isabeti son derece tartışmalı olup ilgili düzenleme işbu haliyle uygulamada problemler yaratmaktadır. Zira aşağıda detaylarıyla izah olunacağı üzere; mezkur düzenlemenin, gerek ülkemizin mevcut konjonktürü açısından gerek uygulamadaki yeknesaklığı bozucu etkisi dolayısıyla gerekse de hukuki yorum güvenliği açısından üzerinde çalışılmaya ve değişikliğe uğramaya muhtaç olduğu kanaatindeyiz.

4. Üzerlerinde Haciz, Rehin, İrtifak, Hapis vb. Yükler Bulunan Taşınmazların Sermaye Taahhüdüne Esas Alınabilirliği Noktasında Bilirkişi Değerleme Prosedürünün Önemi

Sermaye taahhüdüne esas alınacak değer ve işbu değerin belirlenmesine ilişkin değerleme aşamasına dair; nakit para dışındaki sermaye değerlerinin parasal karşılıklarının tespit edilmesi ve kayıt altına alınması, kanun koyucu tarafından açıkça düzenlenmiş bir zorunluluktur. Ayni sermaye taahhüdü halinde, ilgili malvarlığı değerinin bilirkişiler tarafından değerlemesinin yapılması gerekliliği, kanunun açık hükmü karşısında izahtan varestedir. Fakat burada asıl dikkat çekilmesi gereken mesele; bilirkişi değer biçme sürecine kazandırılacak özen, önem ve güven zemininin, mevcut mevzuat kapsamında yapılması gereken değişikliklere dair savunmalarımızın temeli açısından oldukça önemli olduğudur.  

Bu kapsamda, bizim de katıldığımız; taşınmazların üzerlerinde haciz, rehin, irtifak, hapis vb. bazı külfetlerin bulunmasının taşınmazların ayni sermaye olarak konulabilmesine engel olmadığı, zira işbu külfetlerin sebep olduğu değer azalmalarının bilirkişiler tarafından yapılacak değerleme neticesinde tespit edilebileceği ve haliyle tespit edilen değer azalmalarının esas değerden düşülmesi akabinde aynın geriye kalan net değerinin sermaye taahhüdüne esas alınabileceği görüşü, korunmak istenen menfaatlere, hakkaniyete ve günümüz ekonomik koşullarına daha uygun düşmektedir.

Bahse konu görüşe dair, uygulamada değerlemenin objektifliğine ilişkin endişeler olup söz konusu endişeler tarafımızca da makul bulunsa da; prosedürlerin doğru ve güvenli şekilde işletilmesi halinde aşılamayacak bir sorun haline gelmeyeceği kuşkusuzdur. Bu noktada konu üzerinde çalışacak kişi, kurum ve komisyon kadrolarının uzman ekiplerden seçilmesi halinde, prosedürlerin sağlıklı bir şekilde işleyeceği ve şirket sermayesinin karşılıksız kalması endişesini gidereceği kanaatindeyiz.

Ayni sermaye unsurları üzerinde birtakım külfetlerin bulunması halinde, bilirkişilerce yapılacak değerleme prosedürünün işletilmesi akabinde söz konusu külfetin ağırlığına göre değerleme yapılarak indirime gidilebilecek olması alacaklıların korunması ilkesini gözetebilir mahiyettedir. Nitekim 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nu Bilim Komisyonu’nun başkanı Ünal Tekinalp “…TTK m. 342’ye bir istisna getirilerek, bilirkişi incelemesi yaptırılması sonucu teminatın güvence altına aldığı borcun düşülmesi suretiyle kalan değerle sermaye konulmasının kabulünün menfaatler dengesine uygun olacağını…” şeklinde değerlendirmede bulunarak işbu hususu bizzat konu edinmiştir. [4]

Keza Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/364E. 2018/6494K. sayılı limited şirkete sermaye artırımında ayni sermaye konulmak istenen ipotekli taşınmazlara ilişkin 18.10.2018 tarihli bir kararında “…Mahkemece, uyulan bozma kararı, tüm dosya kapsamına göre; davaya konu her üç taşınmazın üzerinde anılan ortaklar kurulu kararından önce ipotek bulunduğu, bu durumun 6102 Sayılı Kanun’un 581. hükmüne aykırı olduğu, bununla birlikte taşınmazların toplam değerlerinin ipotek borcunun altında olduğu, taşınmazların şirkete ayni sermaye olarak konulmasına dair…ortaklar kurulu kararının yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle” açılan ortaklar kurulu kararının iptali talepli davada, yerel mahkemenin davayı kabul eden kararı onanmıştır. Karar gerekçesinde mevcut bulunan “…taşınmazların toplam değerinin ipotek borcunun altında olduğu…” ifadesi, -taşınmaz üzerindeki işbu külfet ve/veya yüklerin sebep olduğu değer azalmalarının bilirkişiler tarafından yapılacak değerleme neticesinde tespit edilebileceği ve haliyle tespit edilen değer azalmalarının esas değerden düşülmesi akabinde aynın geriye kalan net değerinin sermaye taahhüdüne esas alınabileceği- şeklindeki görüşümüzü destekler mahiyettedir. [5]

Hakeza; Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 05.12.2019 tarihli kararında; “Dava, hukuki niteliği itibari ile, 6102 sayılı yasanın 342. ve 343. maddeleri kapsamında anonim şirkete sermaye olarak konulacak taşınmazların değerinin tespiti talebinden ibarettir. Tapu Müdürlüğünden celp edilen tapu kaydının incelenmesinde, İstanbul,…parselde kayıtlı, tarla niteliğindeki gayrimenkulün, 5630/6150 hissesinin Ö. Ü., 520/6150 hissesinin de K. A. adına kayıtlı olduğu, taşınmaz üzerinde … Bankası A.O. lehine 3.750.000 TL tutarında ipotek konulduğu görülmüştür. Mahkememizce alınan bilirkişi raporundaki tespitlerde yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, davaya konu İstanbul, … parselde kayıtlı, 10 katlı ve 10.400 m 2 alana sahip taşınmaz üzerinden ipotek kayıtlarının mevcut olduğu anlaşılmıştır. Kural olarak ipotekli bir taşınmazın bir şirkete ayni sermaye olarak konulmasına hukuken bir engel yoktur. Ancak bu taşınmazların gerçek değerlerinin, onu kısıtlayan ipotek değerinden fazla olması gerekir. İpotekli taşınmaz bu artık değeriyle ve artık değeri kadar sermaye olur. Aksi halde, sermaye taahhüdü ve konulması hayali (fiktif) bir işlem olur. Buna göre taşınmazın gerçek değerinin, onu kısıtlayan ipotek bedelinden fazla olduğu bilirkişiler tarafından tespit edilmiştir. Talep TTK’nun 329 vd. maddeleri uyarınca şirket ortaklarına ait taşınmazın şirkete ayni sermaye olarak konulacağından bahisle talep konusu taşınmazın değerlerinin tespiti isteminden ibaret olup celp olunan tapu kayıtları, alınan bilirkişi raporuna binaen; talep konusu … taşınmazın arsa dahil rayiç değeri ile ilgili olarak bilirkişi heyetinin 06.11.2019 havale tarihli raporunun TTK’nun 329 vd. maddeleri özellikle 343. maddesinde belirtilen nitelikte değerlendirme kriterlerine göre değer tespitinin yapıldığı anlaşılmakla söz konusu raporun onaylanması uygun görülerek aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir” gerekçelerine yer verilerek, “Talebin kabulü ile bilirkişiler…tarafından hazırlanan 07.11.2019 tarihli raporun TTK. 343. madde gereğince onaylanmasına” şeklinde hüküm tesisi yoluna gitmiştir. 07.11.2019 tarihli Bilirkişi Heyet Raporunda; “Yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda davaya konu…taşınmazın arsa dahil rayiç değerinin 62.400.000-TL (altmışikimilyondörtyüzbin TL) olabileceği, Tespit edilen 62.400.000,00-TL rayiç değerden 3.750.000,00 TL ipotek tutarı tenzil edildiğinde, ayni sermaye olarak tescili gereken tutar 58.650.000,00-TL olup hisse durumuna göre… ayni sermaye olarak koyulabileceği sonucuna varılmaktadır.” şeklinde sayın bilirkişilerce görüş ve kanaat bildirilmiştir.

Sonuç olarak, kanunun sözü ve özü bağlamında, özellikle ve örneğin; sermaye olarak getirilmek istenen taşınmazın gerçek değerinin, onu kısıtlayan ipotek bedelinden veya herhangi başka bir yükün bedelinden fazla olduğu hallerde ayni sermaye olarak kabulüne olanak tanınmalıdır. [6] Keza ve örneğin; taşınmazın icra kanalı ile satışa çıkarılması halinde taşınmazın asıl değerinin altında bir fiyata satılma ihtimali bilirkişilerce değerlendirmeye alınmalı ve hesaplamalar buna göre yapılmalıdır. Bünyesinde mahsubu barındıran işbu değerleme prosedürü her türlü somut olaya uygulanabilecek mahiyette olup tarafların karşılıklı çıkarlarını koruyarak uygulamadaki problemleri giderecek ve hukuk güvenliğini sağlayacaktır.

5. Üzerinde Sınırlı Ayni Hak, Haciz, Tedbir Gibi Yükler Bulunan Taşınmazların Anonim Şirketlere Ayni Sermaye Olarak Getirilemeyeceğine Binaen 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Açık Hükmüne Dair Kısa Bir Değerlendirme

Öncelikle ve önemle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca; “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” Dolayısıyla 6102 sayılı TTK m. 342’nin lafzından edindiğimiz karşıt anlama bakıldığında ortaya ciddi bir kısıtlama çıkmakta olup kanunun ruhu ile bağdaşmayan, sadece lafzi yorumla ortaya konan işbu sözel anlamın kabul edilemeyeceği görüşündeyiz. 

6102 sayılı TTK’nın madde metni incelendiğinde üzerlerinde sınırlı bir ayni hak, tedbir ve haciz bulunmayan malvarlığı değerleri sermaye şirketlerine ayni sermaye olarak getirilebilmektedir. Öğretide kendisine taraftar bulan işbu hüküm ve/veya görüşün nedenini teşkil eden endişeler, hem varsayımsal kalmakta hem de görüşün üzerine kurulduğu sistematik ve disiplin mantıksal zemine oturmamaktadır. Dolayısıyla sadece hükmün lafzından yola çıkarak ortaya konan işbu katı kısıtlama uygulamada sorunlara yol açmakta olup hüküm işbu haliyle değerlendirilmeye muhtaç durumdadır.

Şirketin temel finansman kaynağını sağlayan sermayenin şirket alacaklılarının tek güvencesi olması ve bu sebeple alacaklıların korunması ilkesinin gözetilmesi gereği, şüphesiz ki tarafımızın da katıldığı önemli bir husustur. Fakat yukarıda da değindiğimiz üzere hükmün lafzından yola çıkarak ortaya konan lafzi yorum son derece katı olup boşluklar barındırmaktadır. Zira taşınmaz üzerinde bulunan külfet ve/veya yüklerin türü, nitelikleri, nicelikleri vb. hususlarda kanun metninin devamında herhangi bir düzenleme bulunmamakta olup ilgili konularda düzenlemeye gidilmelidir. TTK m. 342’de sayılmış olan her yük ayni sermayenin değerini değiştirmesi bakımından aynı kuvvette olamayacaktır. Bu ahvalde her somut olay kendi bünyesinde ve ayrı olarak değerlendirilmelidir. “Sınırlı ayni hak, haciz ve tedbir” şeklinde yazılmış bulunan yüklerin her birinin ayni sermaye yeterliliği bakımından aynı sonucu doğurmasının, gerek bu yüklerin birbirlerine kıyasla gerekse de kendi içlerinde yer alan alt türleri bakımından mümkün olamayacağı izahtan varestedir. [7]

Ek olarak, 6762 sayılı eski Kanun’da (eTTK’da) bahse konu kısıtlamayı ihtiva eden bir hüküm mevcut değil idi. Her ne kadar zamanla, şirket sermayesinin karşılıksız kalması endişesi ve alacaklıların korunabilmesi ilkesi kapsamında, diğer bazı ilke ve esaslar göz ardı edilerek mezkur kısıtlamalar genişletilmiş olsa da, ilgili düzenleme işbu haliyle mevcut ve potansiyel sorunlara kesin çözümler getirebilir mahiyette değildir. Hakeza Alman Hukukunda da bahse konu kısıtlamalara ilişkin düzenlemenin karşılığı bulunmamaktadır. 

Sonuç itibarıyla, önleyici ve çözüm giderici olması niyetiyle ortaya konan kısıtlamaları ihtiva eden mezkur hüküm, geliştirilmemesi ve detaylandırılmaması halinde potansiyel sorunları bünyesinde barındırmaya devam edecektir. 

6. Sermaye Olarak Konulması Taahhüt Edilen ve Üzerinde Yükler Bulunan Değerlemesi Yapılmış Taşınmazlar Tescil Engeli Teşkil Eder mi?

Yukarıda izah ettiğimiz üzere; sermaye olarak konulması taahhüt edilen malvarlığı değerlerinin bilirkişi tarafından değerlerinin belirlenmesi, işbu değerin esas sözleşmeye yazılması, imza edilip noterce onaylanmasının akabinde sicil müdürlüğüne başvuru yapılarak şerhin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Bu noktada kanun koyucu, TK m. 339/2-e’de açıklanan hususların esas sözleşmede yer alması gerektiğini hüküm altına almıştır. İşbu hususta tarafımızca, ayni sermaye olarak konulacak varlıklara biçilen değerin şirket esas sözleşmesine yazılması gereği kapsamında açıklama ve değerlendirmelerde bulunulacak olup devamla, sicil müdürlüğüne başvuru ve şerhin gerçekleşmesi gereği hususuna değinilecektir. Zira ayni hakların anonim ortaklığa sermaye olarak getirilmesinin taahhüt edilmesi akabinde, şirketin bunlar üzerinde tasarruf edebilmesi için ilgili değeri biçilmiş varlıkların, tapu siciline tescil işleminden geçmesi gerekmektedir.

Bu noktada TK m. 339/2-e’de kanun koyucunun aradığı hususların şirket esas sözleşmesinde yer almaması ya da usulüne uygun şekilde imza altına alınmamış olması halinde uygulamada ne yapılması gerektiği konusunda kanun metni suskundur. Hal böyleyken, TTK m. 32’ye gidilecek olursa; “Tüzel kişilerin tescilinde, özellikle şirket sözleşmesinin, emredici hükümlere aykırı olup olmadığı ve söz konusu sözleşmenin kanunun bulunmasını zorunluluk olarak öngördüğü hükümleri içerip içermediği incelenir.” şeklindeki hüküm karşımıza çıkacaktır. İşbu hükümden yola çıkarak; esas sözleşmedeki eksiklikler veya usulsüzlükler halinde, ticaret sicil müdürünün ortaklığın tescilinden imtina edeceği söylenebilecektir. [8]

Keza, TTK m. 339’un gerekçesinde de; “Zorunlu içeriğe uyulmamışsa, sicil müdürü esas sözleşmeyi tamamlanması veya düzeltilmesi için geri çevirir.” ibaresi yer almaktadır. Görüldüğü üzere, ticaret sicil müdürü tescil talebini reddedebilme yetkisini haizdir.

Dolayısıyla tarafımızca asla kabul anlamına gelmemek kaydıyla, sadece kanunun lafzından yola çıkılacak olursak; üzerinde yükler bulunan taşınmazların ticaret sicil müdürü tarafından tescilinden imtina edilebileceği sonucuna varılabilecektir. Konunun fiiliyatına dönüp uygulamaya baktığımızda, ayni sermayeye esas olmak üzere taahhüt edilmesi iradesinde olunan taşınmazlara ilgililerinin başvurusu halinde, asliye ticaret mahkemesince atanan bilirkişilerce değer biçilmektedir. Ve işbu değer esas sözleşmeye yazılmaktadır. Fakat, şirketin bunlar üzerinde tasarruf edebilmesi için tescilin gerçekleşmesi adına sicil müdürlüğüne yapılan başvuru esnasında problemler baş göstermektedir. Zira sicil müdürü, kanun kapsamındaki lafzi yorumların kaçınılmaz sonucu olarak sadece şekli incelemeler ile işbu tescil taleplerini reddedebilmektedir. Hatta ve ek olarak güncel uygulamada; örneğin üzerinden yüksek gerilim hattı geçen bir arazinin dahi -değer bakımından sermayenin tedariki ilkesine halel getirmeyecek durumda olmasına rağmen- tescil talebi, sicil müdürlüğü tarafından reddedilebilmektedir. İşbu durum da, mevcut mevzuatın söz konusu varsayımsal endişelerle bile değil de, kolaycı bir bakış açısıyla düzenlendiğini göstermektedir. Zira bu minvalde bir arazinin değerinin korunabilmesine dair uygulamada çözümler bulunmakta olup işbu arazinin sermayeyi karşılıksız bırakması tehlikesi bulunmamaktadır. Buna rağmen, kanun koyucu tarafından her somut olayın kendi özelinde değerlendirilebileceği şekilde adil bir kanuni düzenleme ortaya konulmadığı için, haksız ve mesnetsiz uygulama kararlarına imza atılmaktadır.

İlgili prosedürlerin tescil aşamasına gelene kadar sıhhatle işliyor olmasına rağmen, tescil aşamasında ortaya çıkan ticaret sicil müdürü engeli, çalışmamız boyunca açıklamaya gayret ettiğimiz hususlardaki haklılığımızı açıkça ortaya koymaktadır. Zira “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” şeklindeki açık hüküm karşısında, ilgili düzenlemenin kanun koyucunun değil de adeta ticaret sicil müdürünün iradesine bırakılmış olması tarafımızca zinhar anlaşılamamaktadır. Ayrıca tasarruf aşamasına ilişkin bir kurala taahhüt aşamasına ilişkin bir etki atfedilmesi doğru olmamıştır.

Neticeten ve açıkça, taşınmazların ayni sermaye olarak anonim şirketlere konulabilmesine dair mevcut mevzuat, tamamen lafzi yorumlar doğrultusunda ortaya çıkması kaçınılmaz eksiklikleri yaratıp devam süreçlerini de ticaret sicil müdürlüğünce yapılacak şekli bir incelemeye bırakarak çalakalem bir düzenleme olarak mevcudiyetini halihazırda korur durumdadır.  Hal böyleyken, kanun koyucunun detaylı inceleme ve düzenlemeyi ihtiva eder bir irade ortaya koyması elzem durumdadır.

Her ne kadar tescil işlemi sürecine dair düzenlemelerin uygulamada aksaklık başlattığı gerçeğine dair bilgi ve değerlendirmeler ile konuya giriş yapmış olsak da, burada şekli inceleme ve düzenlemelerden ziyade kanun koyucu tarafından derinlemesine yapılacak düzenlemelerin elzem olduğu kanaatimizi vurgulama ihtiyacı hissediyoruz. Zira, tamamen lafzi ve şekli işbu düzenlemeler uygulamada birçok mağduriyete sebebiyet vermekte ve hukuk güvenliğine gölge düşürmektedir. Defaatle belirttiğimiz üzere, kanun koyucu son derece kolaycı bir tutum izleyerek meseleyi tamamen yorum metotlarına bırakmış durumdadır. Nitekim de, uygulamadaki mevcut ve potansiyel sorunlara bakılacak olursa; kanun son derece dar yorumlanarak uygulamaya sokulmakta ve haliyle işbu durum hukukun temel ilkeleri arasındaki menfaat dengesini koruyamamaktadır.

Eksik, dayanaksız ve çelişkili bulduğumuz kanun metni karşısında, bilirkişi değerleme yöntemi ile sermaye olarak konulacak aynın net değerinin tespiti şeklindeki çözüm yöntemi, birçok sorunu ortadan kaldıracak mahiyettedir. Makalemiz konusunu oluşturan meseleye dair kanunun boşluklar ve hatalı düzenlemeler içeriyor oluşunun yoruma açık olmadığı, son derece net olduğu görüşündeyiz. Kanun koyucu tarafından detaylı şekilde düzenleme yapılmasının elzem olduğu kanaatimizi tekrarla; işbu makalemizde kısaca açıklamaya gayret ettiğimiz şekilde dahi tespiti mümkün bilumum çelişkiyi birkaç örnekle daha destekleyecek olursak;

TTK m. 339/1 “Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir.” hükmünü haizdir.

Bu ahvalde, üzerinde yükler bulunan taşınmazların anonim ortaklık esas sermayesinin bir niteliği olan “muayyenliği” yani “belirliliği” ortadan kaldıracağı şeklindeki yapılması muhtemel bir yorum kabul edilemez olacak ve izaha muhtaç kalacaktır. Şöyle ki;

Sermayenin belirliliğinden kasıt; sermaye miktarının tespit edilmiş ve parayla ifade edilmiş bir değer olması ve işbu miktarın şirket esas sözleşmesinde belirtilmesi anlamına gelmektedir.

Esas sermayenin muayyenliği, esas sermaye miktarının önceden tespit ve parayla ifade edilmiş olması ve bu miktarın şirket esas sözleşmesinde ve ticaret sicili gibi ilgililerin ulaşabileceği yerlerde belirtilmesi sermayenin karşılıksız kalması endişesini gidermektedir. Hakeza işbu miktarın ticaret sicili gibi ilgilisinin ulaşabileceği şekilde tespitinin, bilgisinin ve aktarımının sağlanmış olması sermayenin belirliliğini koruyarak alacaklıların korunması ilkesini ve sermayenin tedariki ilkesini gözetmektedir.

Dolayısıyla anonim ortaklığa esas sermaye olarak getirilmek istenen üzerinde yükler bulunan taşınmazlar kapsamındaki değerin, sermayenin belirlilik özelliği ile çelişmesi ancak ona parasal değer biçilememesi neticesinde meydana gelebilecek bir durumdur. Yoksa bizatihi üzerinde yükler bulunan bir taşınmazın sermayenin muayyenliği ile bir ilgisi yoktur. Bu ahvalde üzerinde yükler bulunan taşınmazlara dair, kanun koyucu tarafından mevcut endişeler çerçevesinde ortaya konan mevzuat da işbu sebeple hatalı durumdadır. Zira mezkur endişelerin dayanağı ve gerekçesi yoktur. Yukarıda defaatle açıkladığımız üzere, pek tabi bir şekilde bilirkişilerce işbu taşınmazlara dair değerleme yapabilmektedir. Güncel uygulamada üzerinde yük bulunan taşınmazlara dair, ayni sermayeye esas olmak üzere bilirkişilerce değer biçilerek raporlar düzenlenmekte olup yetkili mahkeme tarafından atanan bilirkişilerce hazırlanan işbu rapor tescil aşamasında gerekli ve yeterli sayılmalıdır.

Dolayısıyla bilirkişilerce parasal değer biçilebilen bir değerin ilgililerinin ulaşabileceği şekilde sicile tesciline dair verilecek onayın son derece makul olduğu kanaatindeyiz. Hal böyleyken, sermaye olarak konulması taahhüt edilen ve üzerinde yükler bulunan değerlemesi yapılmış taşınmazların tescil engeli teşkil etmeyeceği kanaatindeyiz.

Sonuç itibarıyla, taşınmazlar üzerinde bazı külfetlerin bulunmasının ayni sermaye olarak konulabilmelerine engel olmadığı zira işbu külfetlerin sebep olduğu değer azalmalarının bilirkişiler tarafından yapılacak değerleme neticesinde tespit edilebileceği ve haliyle tespit edilen değer azalmalarının esas değerden düşülmesi akabinde aynın geriye kalan net değerinin sermaye taahhüdüne esas alınabileceği son derece açık iken, yani sermayenin belirliliği hususunda hiçbir tereddüt yok iken kanun koyucu tarafından neye dayanarak makalemiz konusu kısıtlamalara gidildiği tarafımızca katiyen anlaşılamamaktadır. Son tahlilde temeli hatalı olan işbu yorumlar ve/veya mevzuat doğrultusunda getirilmiş bulunan şekli düzenlemelerin tescil engeli yaratıyor olması kabul edilemez olup kanun koyucunun detaylı düzenlemeyi ihtiva eder bir irade ortaya koyması elzem durumdadır.

7. Sonuç Olarak

Mevcut açıklamalarımız ışığında, kanun koyucunun uygulamada birliği son derece bozan işbu meseleye kolaycı yaklaştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira mevzuat kapsamındaki çelişki ve boşluklar, bilirkişi değerleme prosedürü işletilerek ve ilgili düzenlemeler üzerine yapılacak detaylı çalışmalar ile pek tabi çözülebilecek mahiyettedir.

Sonuç itibarıyla; taşınmazların üzerlerinde haciz, rehin, irtifak, hapis vb. bazı külfetlerin bulunmasının ayni sermaye olarak konulabilmelerine engel olmadığı, zira işbu külfetlerin sebep olduğu değer azalmalarının bilirkişiler tarafından yapılacak değerleme neticesinde tespit edilebileceği ve haliyle tespit edilen değer azalmalarının esas değerden düşülmesi akabinde aynın geriye kalan net değerinin sermaye taahhüdüne esas alınabileceği ve üzerinde yükler bulunan değerlemesi yapılmış taşınmazların tescil engeli teşkil etmeyeceği görüşü, gerek ülkemizin mevcut konjonktürü açısından gerekse de hukuki yorum güvenliği açısından, korunmak istenen menfaatlere, hakkaniyete ve günümüz ekonomik koşullarına daha uygun düşmektedir.

Av. Öykü Yaman


Kaynakça:

1. Paslı, AO Hükümlerinin Tanıtılması II, s. 182.

2. Kendigelen, İlk Tespitler, s. 231.

3. Çonkar, H.: Anonim Ortaklıkta Ayni Sermaye, İstanbul 2016.

4. Tekinalp (Poroy/Çamoğlu), Ortaklıklar Hukuku II, İstanbul 2017, s. 241, p. 1382c.

5. Bahtiyar, Anonim ve Limited Şirketlere Konulacak Ayni Sermaye Unsurları Üzerinde Sınırlı Ayni Hak Bulunmaması Şartına İlişkin Bazı Değerlendirmeler

6. Oğuzman, M. K./ Barlas, N.: Medeni Hukuk, 25. Bası, İstanbul 2019.

7. Paslı, AO Hükümlerinin Tanıtılması III, s. 198 vd.; Akdağ Güney, a.g.e., s. 100.

8. Tekinalp, Sermaye Ortaklıkları,

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN