Bir
uyuşmazlığın yalnızca taraf iradeleri kapsamında kararlaştırıldığı üzere
hakemler yoluyla çözülüp çözülemeyeceği en basit tabiriyle tahkime elverişlilik
olarak kabul edilir. İç tahkimde, 6100 sayılı HMK ve yabancı unsurlu
uyuşmazlıklar bakımından ise 4686 sayılı MTK tarafından her iki tarafın
iradelerine tabi uyuşmazlık tabiri, bu konuda belirleyici bir yön çizmektedir.
Tahkime
elverişlilik kavramı kamu düzeninden sayılan bir hukuki kurum olarak kabul
edildiğinden, yalnızca tahkim yargılamasının başında hakemlerce araştırılıp
rafa kaldırılan bir konu olarak karşımıza çıkmaz. Tahkim yargılamasının sonunda elde edilecek
hakem kararının iptali aşamasında, taraflarca ileri sürülmese de yüksek yargı
makamı, ya da hakem kararının alındığı yer mahkemesindeki iptal merciinin
re’sen incelemesine tabi olacaktır. Bir diğer mesele bu incelemeden başarı ile
çıkan ve iptal edilmeyen hakem kararının tanıma ya da tenfiz prosedürünün bir
üçüncü ülkede ilenmesi aşamasında da hakimlerce yeniden ve re’sen incelemeye
değer bir konu olarak görülmesidir.
HMK
ve MTK’nın lafzına bakıldığında taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklar tahkime
elverişlilik konusunda kesin olarak dışlanmıştır. Bunun yanında ayrıca iki
tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar da mutlaka
devlet mahkemeleri eliyle çözümlenmelidir. Tam bu noktada iki tarafın
iradelerine tabi olmayan uyuşmazlığın ne olduğu sorunu ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle kamu düzeni yanında, uluslararası düzlemde iki tarafın iradelerine
uygun olmayan uyuşmazlığın ne olduğu sorunu ülkeden ülkeye değişebilecektir.
Buna uluslarasın düzeyde uygulanan yeknesak bir kamu düzeni kurallarının mevcut
olmadığı sorunsalı da eklendiğinde, tahkime elverişlilik kavramı halen yaşayan,
gelişen ve yoruma açık bir hukuki kurum olmaya devam etmektedir.
Bugün
Avrupa’da tahkimin en önemli temsilci olan Fransa ve İsviçre’nin tahkime
elverişlilik ve kamu düzeni ilişkisi noktasındaki yaklaşımı dışlayıcı olmaktan
uzaktır. Kamu düzeninin devreye girdiği noktada tahkime elverişliliğin azaldığı
söylenmekle birlikte, artık otomatik olarak tahkime elverişlilik yoktur demek
çok da doğru değildir. Bu noktada yeni trend kamu yararı veya kamu düzeninden
olsa da tarafların ekonomik faaliyetleri nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlıkların
tahkimde çözülmesi mümkün görülmektedir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak
rekabet hukuku ihlallerinden doğan zararların tazmini noktasında
uyuşmazlıkların tahkimde görülmesi Avrupa’da kabul görmektedir, hatta ve hatta
ceza hukukunun konusuna giren alanlarda dahi, zarar görenlerin tazminata
ilişkin talepleri tahkime elverişli bulunmaktadır. Ancak örneğin aile
hukukundan doğan uyuşmazlıkların kesinlikle tahkime elverişli olmadığı söylense
de örneğin nafaka davaları bakımından, ekonomik menfaat yorumu ile tahkimin
kamu düzeni ile olan bağı gevşetilerek tahkime elverişlilik savunması
yapılabilir mi? Yine iflas hukuku ve fikri mülkiyet hukukundan doğan
uyuşmazlıklarda kamu düzeni ilişkisi herkese karşı ileri sürdürülebilirlik
ölçütü ile kurulurken, yalnızca taraflar arasında sonuç doğuran ve ekonomik
menfaati ilgilendiren konularda tahkime elverişlilik kabul edilebilir mi? Bugün
tahkim kültürünü besleyen İsviçre, Fransa gibi ülkeler tahkime elverişlilik
konusunda yukarıda sayılan alanlarda daha kapsayıcı bir yaklaşım benimsediği görülmektedir.
Ancak merkezi bir otoriteye düşkün ve bu sebeple de devlet mahkemelerinin
denetimini destekleyen kültürlerle yoğrulmuş hukuki yaklaşımlar ise, kanunda
açıkça sınırları çizilmeyen kamu yararı veya kamu düzeni kavramlarında ısrarcı
olabilmektedir. Bu bakımdan kamu düzeni kavramı ile adeta bütünleşen tahkime
elverişlilik kurumu, hakem kararlarına duyulan güveni veya bu yargılamadan
hızlı, etkili ve daha az sürprizli bir sonuç bekleyen uygulayıcıları iptal
davalarına konu ülkenin yüksek mahkeme kararları bazında, ya da tanıma tenfize
konu ülkenin kararları bazında korkutabilir. Örneğin Türk Yargıtay’ı,
tarafların KDV ödemesinden kaynaklı bir uyuşmazlıkta rücu ilişkisini
belirledikleri ve bu noktada tahkim anlaşması yaptıkları bir uyuşmazlıkta “vergi”
konusunun tahkime elverişli olmadığından bahisle geçersizliğini savunmuştur.
Oysaki böyle bir davada rücu ilişkisinin varlığı noktasında, tahkim
anlaşmasının 3. kişilere teşmilinin tartışılması çok daha anlamlı olabilirdi.
Yine Türk Yargıtay’ı kira tespitine konu bir uyuşmazlıkta, taraf iradelerine
değinmediği gibi, uyuşmazlığın tamamen ekonomik menfaati ihtiva ediyor olmasına
rağmen, ekonomik menfaat kriterini de uygulamamaktadır.
Şirketler
hukukundan kaynaklı uyuşmazlıklar da yine bu noktada tartışılmaktadır. Yukarıda
da değinildiği üzere, tahkim kültürünü ortaya çıkaran ve bunu besleyen
ülkelerde (örn: İsviçre, Fransa, Almanya) şirketler hukukundan kaynaklanan
uyuşmazlıklar tereddütsüz tahkim yolu ile çözülebilecektir. Bu konuda ise
Yargıtay’ın kararları ise farklılık gösterir. Ancak Yargıtay’ın bu alanda en
azından ekonomik menfaat ve taraf iradeleri kavramlarını irdeleyerek karar
verdiği görülmektedir. Örneğin Genel Kurul Kararlarının iptali noktasında
eleştirilebilir olsa da kamu düzeni ile bir ilişki kurulmakta, ancak temettü
dağıtımı noktasında ortaya çıkan uyuşmazlıklar bakımından ekonomik menfaat
kriterini uygulayarak tahkime elverişliliği kabul etmekte, bu noktada kamu
düzeni ile olan ilişkiyi zayıflatmaktadır. Bu bakımdan Yargıtay’ın en azından
şirketler hukuku alanında bir denge mekanizması kurmaya çalıştığı kararlarının
mevcut olduğu söylenebilir. Bu noktada uygulanabilecek bir başka kriter ise
taraf iradeleri kıstasıdır. Öğretide bu tür davalar bakımından taraf
iradelerine bağlı olma kriterinin de yol gösterici olabileceği düzenlenmiştir.
Örneğin genel kurul kararlarından doğan uyuşmazlıklar noktasında, taraf
iradeleri hükümsüzlük ve butlan davaları bakımından belirleyici değilken, iptal
davaları bakımından belirleyici bir faktördür. Bu sebeple bir görüş, genel
kurul kararlarının iptalinin tahkime elverişli olduğunu savunmaktadır. Bu
bağlamda şirketin feshi de taraf iradelerinden bağımsızdır, üstelik şirketin
feshinin kamu düzeni ve 3. kişi alacaklılar bakımından sonuçları doğacağından,
bu konuda en etkili yargılamayı yetkili ve görevli yer mahkemesi olan ülke
mahkemesinin yapacağına ilişkin görüş kabul edilebilir bir düzeydedir.
Sonuç
olarak tahkime elverişlilik kurumunun bir üst sınırı olmalı mı? Özel hukuktan
doğan tüm uyuşmazlıklar tahkime elverişli olarak addedilebilir mi? soruları tüm
bu tartışmalar arasında muhakkak tartışılmalıdır. Kamu düzeni ve bunun
etrafında, tahkime elverişliliğe imkân veren kriterlerin geliştirilmesi
noktasında sınırımız ne olmalıdır? Örneğin şirketin feshi noktasında ortaya
çıkan uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi kabulünde, fesih usulünde takip
edilmesi gereken süreçler, yapılacak ilanlar ve çağrılar, hakem heyetince
mahkeme kanalıyla olduğu gibi etkili ve hızlı bir şekilde, bürokrasiye
takılmadan halledilebilir mi? Avrupa Birliği ülkeleri arasında geliştirilen
hukuki birlik gereği bu soruya verilecek cevap evet iken, bunların dışında yer
alan ülkeler bakımından ise verilecek cevap değişebilir mi? Hakemlerin fesih
usulünde davacı talepleri ve alacaklılar ile ilgili yapacağı araştırma, devlet
mahkemeleri eliyle yapılacak olandan daha etkili olabilir mi? Belki bu kriterde
bazı uyuşmazlık konuları bakımından devlet mahkemelerinin otoritesini kabul
etmeyi, ancak hakemlerin devlet mahkemelerinde kullanılacak tüm yargılama
araçlarını kullanabildiği durumlarda, kamu menfaati engelini ortadan
kaldırabilecek bir anlayışa sahip olunmasını sağlayabilir. Böylece tahkime
duyulan güven ve hakem heyetlerinin otoritesi mahkemelerin otoritesine benzer
ve aynı derecede olmaya başlayabilir.
Av.
İlke Boyacıoğlu