Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

NAKİT PARA GİRİŞ VE ÇIKIŞLARININ GÜMRÜK İDARESİNE BİLDİRİLMEMESİ HALİNDE UYGULANAN PARA CEZALARININ ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTAL EDİLMESİ

NAKİT PARA GİRİŞ VE ÇIKIŞLARININ GÜMRÜK İDARESİNE BİLDİRİLMEMESİ HALİNDE UYGULANAN PARA CEZALARININ ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTAL EDİLMESİ

Bir ülkede, hukuka güven sağlanması için idarenin tek yanlı işlem yapma üstünlüğüne karşı, güvence niteliğindeki kurallarla birey ile idare arasında denge sağlanmalı; yasal düzenlemelerde hukuka ve devlete olan güveni zedeleyici hususlardan kaçınılmalı; hukuk düzeninde mümkün olduğunca hukuki istikrar sağlanmalı; devlet kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirilebilmesi için hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti yaratmalıdır. Bu gerekler ancak kişinin mahkeme karşısında bir insandan ziyade temel hak ve özgürlüklerle donatılmış toplumu oluşturan bir birey olarak görülmesi sonucu karşılanabilir ve ancak böyle bir devlette hukuka güven sağlanabilir. Bu makalede Anayasa Mahkemesinin hukuka güven ilkesine aykırı bir şekilde verilen kararları, mülkiyet hakkının sınırlandırılması açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Birliği Adalet Divanı ve Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları yardımıyla incelenecektir.

1. Başvuruların Konusu

İki başvurunun da konusu, bildirim ve izin koşuluna uyulmadan yurt dışına veya yurt içine döviz girişi veya çıkışı yapılması kabahatinden dolayı idari para cezası verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının kısıtlanmasıdır. (kararların ayrıntılı olarak incelemek isteyenler için: Mohamed Kashet Ve Diğerleri Başvurusu Kararı:https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/Basvurular/tr/pdf/2015-17659.pdf, Orhan Gürel Başvurusu Kararı: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/Basvurular/tr/pdf/2015-15358.pdf)

2. Başvurulardaki Olay ve Olguların Karşılaştırılması

Başvurucuların olaylar ve olguları arasında sadece tek bir fark bulunmaktadır. Mohamed Kashet ve diğerlerinin başvurusunda ülkeye bildirimde bulunulmadan 10.000 € üzerinde para sokulurken Orhan Gürel’in başvurusunda 10.000€’dan yüksek miktarda para yurtdışına çıkarılmadan paraya el konulmuştur. Orhan Gürel’in başvurusunda, Orhan Gürel, suç ve kabahat işlediğini bilmeden, bildirim ve izin yükümlüklerini yerine getirmeden yurtdışına para çıkarmaya teşebbüs etmiş ancak bu yükümlülüklerini daha parasını yurtdışına çıkarmadan yerine getirse de parasına el konulup, bildirime konu olan miktarın %50’si idari para cezası olarak kesilmiştir; Mohamed Kashet ve diğerlerinin başvurusunda ise yine suç ve kabahat işlediğini bilmeden, Mohamed Kashet ve diğerleri bildirim ve izin yükümlüklerini yerine getirmeden bir araba içinde yurtiçine para soktukları için paralarına el konulmuş ve her bir başvurucudan bildirime konu olan miktarın %50’si oranında idari para cezası kesilmiştir.

3. Başvuruların Değerlendirilmesi

Anayasa Mahkemesi kararları farklı değerlendirmesini “başvuruya konu şikâyet (Mohamed Kashet ve diğerleri), Orhan Gürel başvurusunda ortaya konulan ilkeler ile değerlendirildiğinde somut olayın koşulları sebebiyle farklı bir sonuca ulaştırmaktadır. Şöyle ki; başvurucular müdahaleye kendi kusurlarıyla yol açmış ve fiilin sonuçları öngörülebilir olsa dahi somut olayda başvuruculara uygulanan idari para cezalarının toplam miktarı bildirime konu edilebilecek paranın çok üzerinde bir miktardır. Hâlbuki bu fiilin koruduğu hukuki menfaat yalnızca bildirim ve izin yükümlülüğünü sağlamaktan ibarettir. Buna göre verilen idari para cezası, -somut olayın koşulları altında- yaptırımın koruduğu hukuki ve maddi menfaat birlikte değerlendirildiğinde başvurucular yönünden şahsi olarak aşırı bir külfete yol açmaktadır.” gerekçesiyle açıklamıştır. Hem Anayasa Mahkemesinin yaptığı değerlendirmeye hem de başvuruların Anayasa Mahkemesinin değerlendirdiği ölçütlerle değerlendirilmesine bu başlıkta yer verilecektir.

Anayasa Mahkemesi ise bu iki başvuruyu şu kriterler çerçevesinde değerlendirmiştir:

A. Mülkiyet Hakkı

Mülkiyet hakkı birçok kanun tarafından korunan temel hak ve özgürlüklerdendir. Mülkiyet hakkı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi gibi birçok Uluslararası ve Ulusal kanun tarafından bireylere tanınan bir haktır. Ancak kanunda belirtilen bir hüküm veya kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi bu sınırlandırmanın Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacını taşıması ve ölçülülük ilkesinin gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

a. Kanuna Dayanması

Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu idari para cezası 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci, altıncı ve yedinci fıkralarına dayandırmış, bu kanun hükümlerinin konusunun açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir mahiyette olduğunu belirtmiş, bu doğrultuda da başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayalı olduğuna hükmetmiştir. Gerçekten de iki başvuru da aynı kanunun aynı maddesinin aynı fıkralarına dayandırılmış, bu kanun da Resmi Gazetede 25.02.1930 tarihinde yayınlanmıştır. Bu müdahalenin bir kanun hükmüne dayandığı kuşkusuzdur.

b. Kamu Yararı Amacını Taşıması (Meşru Amaç)

Öncelikle Normlar hiyerarşisi, hiyerarşik sıradaki hukuk kurallarından altta bulunan kuralın kendi üstündeki kurala aykırı olmamasıdır. Türk Hukukunda benimsenmiş olan sistem Normlar Hiyerarşisi sistemidir. Bu hiyerarşideki en üst halka Anayasa olup bunu; temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalar, kanunlar ve milletlerarası antlaşmalar, kanun hükmünde kararnameler sırasıyla takip etmektedir. Bu anlamda Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınmış olan “mülkiyet hakkının” bir kanun ile ihlal edilmesinin hukuken kabul edilebilmesi mantıken mümkün değildir.  Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkının yalnızca kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Bu kamu yararı amacının ise kanunilik ilkesi uyarınca, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi meşru kılan kanun hükmünden çıkarılması, nedenselliğin düzgün kurulabilmesi ve hak kayıplarının yaşanmaması için zorunludur.

Diğer bir yandan Anayasa Mahkemesi, “Kamu yararı amacıyla olsa da bir hakkın özüne dokunulamaz” (T.26.3.1963,E.1963/3,K.1963/67) sözüyle bu kamu yararının hakkın ancak hakkın özünü oluşturmayan bölümünü sınırlandırabileceğini belirtmiştir. Kamu yararı amacıyla temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında kamu yararı amacının tespiti zaten soyut iken, Anayasa Mahkeme’sinin bu kararı ile kamu yararı amacıyla hakkın sınırlandırılması somutlaştırılmak ve öngörülebilir olmak istendiyse de bu başarılamamış; bilakis hakkın özü kavramı tartışmaya daha açık ve daha soyut bir kavram olarak akılları daha çok kurcalamıştır. Zira Anayasa Mahkemesinin kamu yararını yorumlarken son derece somut ve belirsiz bir metot izlemesi doktrinde de birçok kez eleştirilmiştir.

Anayasa Mahkemesi iki başvuruda da 1567 sayılı kanunun başvuruya konu olan ilgili maddesinin gerekçesini şu şekilde değerlendirmiştir:

“Somut olay bakımından yurt dışına çıkarılacak dövizin gümrük makamlarına bildirimi ve izin yükümlülüğünün getirilmesinin ülke parasının değerinin korunmasının kontrol edilmesi bakımından gerekli görüldüğü … bunun yanında kara paranın aklanması, uyuşturucu kaçakçılığı, terörizmin finanse edilmesi veya organize suç, vergi kaçakçılığı ya da diğer ciddi mali suçların işlenmesi için büyük miktarda nakit kullanılabileceği dikkate alındığında devletin yurt içi ve dışına nakit para alışverişini ve bu kapsamda dövizin sınır ötesine çıkarılmasını takip etme ve denetleme yetkisi bulunmaktadır. Somut olayda olduğu gibi kişilere gümrük makamlarına bildirim ve izin yükümlülüğünün getirilmesi yurt dışına çıkarılacak veya yurt dışından getirilecek belirli bir miktarı aşan dövizin bilinebilmesini ve tespit edilebilmesini sağlamaktadır.”

Nitekim Avrupa Birliği Adalet Divanı bir kararında benzer bir hükmün gerekçesini:

“…seeks to ensure more effective control of movements of cash entering or leaving the European Union, in order to prevent the introduction of the proceeds of unlawful activities in the financial system, whilst respecting the principles recognised by the Charter of Fundamental Rights of the European Union.”

“…Avrupa Birliğine giriş ve çıkışlarda para hareketliliğinin daha verimli olarak kontrol edilmesini sağlamak, Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesinde tanınan prensiplere saygı duyarak, mali sistemde hukuksuz kazançların başlamasını önlemeyi amaçlamaktadır.”

şeklinde açıklamıştır.

Bu iki kararda da hüküm Yüksek Mahkemeler tarafından yorumlanarak gerekçelendirilmiştir. İlgili hükmün konulmasının kamu yararına dayandırıldığı bellidir. Ancak mülkiyet hakkının sınırlandırılabilmesi için kamu yararı amacının niteliği de önemlidir.

İki yorumdan da anlaşılacağı üzere kanun bu kuralı asıl olarak suç ve kabahat işleyerek haksız para kazanma amacındaki kişiler için getirmiştir. Kamu düzenini bozanların sadece bu amaçtaki kişiler olduğu açıktır. Kanunun ve Yüksek Mahkemelerin  “yazılı kıymetlerin izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması” fiilini sadece suç ve kabahat işleyerek yapan kişilerin idari olarak cezalandırılmasında kamu yararı amacı olduğu, bunun yanında, herhangi bir kötü niyet olmadan bildirim ve izinsiz bir şekilde kanunda yazılı kıymetlerin yurttan çıkarılması veya yurda sokulmasında kamu yararı amacının nitelik olarak çok daha düşük olduğu aşikârdır. Kanun koyucunun kamu yararı düşük olan kanunlar hazırlaması ve yürürlüğe koyması aşırı baskıcı uygulamalar olarak nitelendirilmekte ve bu uygulamalar ne yazık ki kanun koyucuya, kanunlara ve Mahkemelere doğal olarak da devlete ve hukuka olan güvenin yitirilmesine neden olmaktadır. Böyle baskıcı hükümlerin yürürlüğe girmesi kanun koyucunun ayıbıyken bu hükümlerin gerekçelendirilmeden, kamu yararı amacı tespitinde bulunulmadan hazır bir şekilde kararlara servis edilmesi de Mahkemelerin ayıbıdır.

Kamu yararının verilen cezada hakkın özüne dokunup dokunmadığı ise ayrıca tartışılmalıdır. Anayasa Mahkemesi iki başvurusunda da “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı ve Diğer Yüksek Mahkeme Kararları” başlığı altında Chmielewski kararına yer vermiştir. Bu kararda Avrupa Birliği Adalet Divanı gümrük makamlarına bildirmeme fiili sebebiyle bildirime konu olan nakit paranın %60’ı tutarında para cezası verilmesinin ölçülü olmadığına karar vermiştir. Chmielewski kararını kabul eder nitelikte kararında kullanan Anayasa Mahkemesi, bildirime konu olan paranın %60’ı tutarında idari para cezası verilmesinin mülkiyet hakkının özüne dokunduğunu zımnen de olsa kabul etmektedir. Ancak kendi verdiği kararda %50’lik bir idari para cezasını mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmemiştir. Tabi ki “hakkın özü” çok soyut ve tespiti zor bir kavramdır. Ancak %60’lık bir kaybı hakkın özüne müdahale olarak kabul eden Anayasa Mahkemesinin %50’lik bir müdahaleye göz yumması ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gözünü çocukça boyamak amacıyla yapılan hatalı bir karardır.

Zira iki başvuruda da verilen idari cezalar, kamu yararının olup olmadığı yönünden tekrar incelenmesi ve hatta Anayasa Mahkemesi tarafından yasama organına gönderilmesi gerekilen bir kanun hükmünden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkının sınırlandırılması için gerekli olan üç şarttan kamu yararı şartı gerçekleşmemiş çünkü bu iki başvuruda da Anayasa Mahkemesinin kamu yararı tanımı olan “kişinin ve toplumun huzur ve refahını sağlama(k)” şartı mülkiyet hakkını aşırı derecede sınırlandırarak yerine getirilememiş, adeta Leviathan, dişlerini halka bu şekilde göstermiştir.

c. Ölçülülük

Avrupa Birliği Adalet Divanı ölçülülük ilkesini, Chmielewski kararında şu şekilde yorumlamıştır:

In that context, the Court has stated that the severity of penalties must be commensurate with the seriousness of the infringements for which they are imposed, in particular by ensuring a genuinely dissuasive effect, while respecting the general principle of proportionality

Bu bağlamda, Mahkeme, cezaların ciddiyetinin, genel ölçülülük ilkesine saygı duyulurken, gerçekten caydırıcı bir etki sağlayarak, uygulandıkları ihlallerin ciddiyeti ile orantılı olması gerektiğini belirtmiştir.

Aynı zamanda ölçülülük ilkesi Anayasa Mahkemesi tarafından üç alt ilkeye dayandırılmaktadır: Elverişlilik, Gereklilik ve Orantılılık. Anayasa Mahkemesinin kararlarındaki (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38) ilkelerin tanımları ile bu ilkeler yönünden Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına müdahalenin olmadığı yönündeki kararında ölçülülük ilkesinin sağlanıp sağlanmadığını incelemekte fayda vardır.

i. Elverişlilik İlkesi Yönünden

“Elverişlilik öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını” ifade etmektedir. Başvurulardaki elverişlilik ilkesi şartının sağlandığı Anayasa Mahkemesi tarafından “müdahalenin belirtilen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğu ve fiilin kabahat olarak düzenlenerek yalnızca idari para cezası uygulandığı dikkate alındığında müdahalenin gerekli olmadığının söylenemeyeceği” vurgulanmıştır. Önceden de belirtildiği üzere suç ve kabahat işlediğini bilmeden yazılı kaynakların yurttan çıkarılması veya yurda sokulmasında kamu yararı amacı çok düşük olup idari para cezası bu durumda gerçekten de elverişlidir. Lakin bu idari para cezasının, bildirime konu olan mülkiyetin %50’sini oluşturduğu düşünülünce müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmadığı da açıktır. Dolayısıyla kanundaki hükmün düşük nitelikte kamu yararı amacı taşıması idari para cezası verilmesi için elverişli ise de bu idari para cezasının oranı bildirime konu olan mülkiyetin yarısı kadar olması elverişlilik ilkesine uygun değildir.

ii. Gereklilik İlkesi Yönünden

“Gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmaması” anlamına gelmektedir. Zaten kanunda başvurularla ilgili benzer bir hüküm bulunmadığı için kanunda en az sınırlayıcı, yani en yumuşak olan araç seçilmiştir. Dolayısıyla başvurular gereklilik ilkesi şartını sağlamaktadırlar.

iii. Orantılılık İlkesi Yönünden

“Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini” ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi orantılılık ilkesi için “adaletli ve kabul edilebilir bir denge”, “araç ile amaç arasındaki mantıki bağ”, “hakkaniyetli bir denge”, “amaçla araç arasındaki makul ölçü” şeklinde tanımlamalar da kullanmıştır (E. 1986/12, K. 1987/4, K.T. 19/07/1987, E. 1986/17, K. 1987/11, K.T. 22/05/1987).

Orantılılık denetimi yapılırken ilk adım olarak ihtilaf oluşturan değerlerin belirlenmesi gerekir. Daha sonra ihtilaflı bu değerlerin karşılıklı olarak tartılmasına geçilmelidir. Son olarak da bu ihtilaflı değerler, Anayasa Mahkemesi tarafından, değerlerin özelliklerine göre dengelenmelidir. Denge kurulurken bütün hakların özdeş olarak değerlendirmesi de “adaletli ve kabul edilebilir” bir denge kurulması açısından mümkün değildir. Bu durumda Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkı ile bir kanun maddesindeki idari para cezası, çatışan değerleri oluşturmaktadır. Mülkiyet hakkı hem Anayasa’da hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde hem de Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesinde korunan temel hak ve özgürlüklerdendir. Mülkiyet hakkının sınırlandırılabileceğine yine adı geçen sözleşmelerde cevaz verilmiştir. Ancak bu sınırlandırmanın istisna niteliğinde olduğu da mülkiyet hakkı ile ilgili maddeleri okuyunca anlaşılmaktadır. Bu yüzden Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının hukuk dünyasındaki yeri, normal bir haktan üst, sınırlandırılamayacak bir temel haktan ise alt bir seviyededir. Diğer yandan yazılı kıymetlerin bildirim ve izin yükümlülüğünü sağlamaksızın yurttan çıkarılması veya yurda sokulması için idari para cezası öngörülmesi 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’da geçen bir kabahattir. Bu doğrultuda yazılı kıymetlerin bildirim ve izin yükümlülüğünü yerine getirmeden yurttan çıkarılması veya yurda sokulması için idari para cezası öngörülmesi ancak kanundan gelen tek taraflı bir hak seviyesinde olabilecek bir kabahattir. Dolayısıyla İhtilaflı değerler karşılaştırıldığında, Mahkemelerin üstün tutması gereken değer kesinlikle mülkiyet hakkı olmalıdır.

Mülkiyet hakkının kamu yararı ile sınırlandırılabileceğine hem mülkiyet hakkını tanıyan kanunlarda hem de Yüksek Mahkeme kararlarında hükmolunmuştur, kamu yararının niteliğine göre sınırlandırmanın artırılması da pek mümkündür. Bu yüzden yine ilgili kanundaki kamu yararı amacının kapsamının ve niteliğinin irdelenmesi gerekmektedir. 1567 sayılı kanun 3. maddesinin 2. fıkrasındaki kamu yararı, yurt dışına çıkarılacak veya yurtiçine sokulacak dövizin gümrük makamlarına bildirimi ve izin yükümlülüğünün getirilmesinin ülke parasının değerinin korunmasının kontrol edilmesi bakımından ve kara paranın aklanması, uyuşturucu kaçakçılığı, terörizmin finanse edilmesi veya organize suç, vergi kaçakçılığı ya da diğer ciddi mali suçların işlenmesi, devletin yurt dışı ile nakit para alışverişini ve bu kapsamda dövizin sınır ötesine çıkarılmasını takip etme ve denetleme gerekliliği bakımından ikiye ayrılmaktadır.

Kara paranın aklanması, uyuşturucu kaçakçılığı, terörizmin finanse edilmesi veya organize suç, vergi kaçakçılığı ya da diğer ciddi mali suçların işlenmesi için büyük miktarda nakit kullanılabileceği dikkate alındığında devletin yurt dışı ile nakit para alışverişini ve bu kapsamda dövizin sınır ötesine çıkarılmasını takip etme ve denetleme nedeniyle konulmuş olan hükümde kamu yararının nitelikli olduğu inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Ancak yurt dışına çıkarılacak veya yurtiçine sokulacak dövizin, gümrük makamlarına bildirim ve izin yükümlülüğünün yerine getirilmesi ülke parasının değerinin korunmasının kontrol edilmesi bakımından bir kamu yararı sağlamaktadır. Sağlanacak kamu yararı düşük niteliktedir çünkü burada kişi sadece bildirim ve izin yükümlülüğünü yerine getirmemiş, dürüst yollarla kazanmış olduğu paranın yurda sokulması veya yurttan çıkarılmasının kamu zararına neden olabileceğini öngörememiştir. Zira Orhan Gürel başvurusunda, Orhan Gürel bildirim ve izin yükümlülüğü olduğunu öğrendiği an bu yükümlülükleri yerine getirmiş ancak Mahkeme daha herhangi bir kamu zararı olmadan kararını kesinleştirmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de “Hâlbuki bu fiilin koruduğu hukuki menfaat yalnızca bildirim ve izin yükümlülüğünü sağlamaktan ibarettir.” şeklinde benzer bir görüş bildirerek yükümlülüğün büyük bir külfete yol açtığını Mohamed Kashet ve diğerleri başvurusunda kabul etmiştir.

Ancak Orhan Gürel kararında farklı bir sonuca ulaşılmış ve demek ki verilen idari ceza orantılı bulunmuştur. Burada “adaletli ve kabul edilebilir bir dengenin” kurulup kurulmadığı tartışılmalıdır. Mülkiyet hakkının gerçekten kamu yararı amacı nitelik olarak düşük olan bir hüküm ile %50 oranında sınırlandırılması hukuken kabul edilemez. Önceden de belirtildiği üzere Chimielewski kararında %60’lık bir idari para cezasının ölçülü olmadığıyla ilgili Avrupa Birliği Adalet Divanı kararını, kendi kararına ekleyen Anayasa Mahkemesi, %50’lik bir mülkiyet hakkı sınırlandırmasını hem de sadece bildirim ve izin yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle ihlal olarak değerlendirerek orantılılık ilkesini ayaklar altına almıştır. Dolayısıyla Mohamed Kashet ve diğerlerine verilen karar orantılılık ilkesine uygunken Orhan Gürel başvurusuna verilen karar orantılılık ilkesi yönünden kabul edilebilir nitelikte değildir.

4. Sonuç

Sonuç olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir kararında sarf ettiği

“In particular, as the Commission noted, the decision to enact laws expropriating property will commonly involve consideration of political, economic and social issues on which opinions within a democratic society may differ widely.”

“Özellikle, Komisyon’un belirttiği gibi, mülkiyetin kamulaştırılmasına/müsadereye ilişkin karar verilmesi genellikle demokratik bir toplum içindeki görüşlerin geniş ölçüde farklılık gösterebileceği siyasi, ekonomik ve sosyal konuların dikkate alınmasını içerecektir.”

kelimeler doğrultusunda, Anayasa Mahkemesinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi veya Avrupa Birliği Adalet Divanı gibi uluslararası çevrede tanınmış ve sadece mutlak adaleti savunan Mahkemeler gibi karar alamayacağı mevcut Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal eğilimleri dolayısıyla açıktır.

 Mülkiyet hakkının Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde sınırlandırılabilmesi ancak bu ihlallerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderilmesine ve Avrupa’da, Türk Hukuku’na olan güvenin azalmasına neden olacak, muhtemelen en büyük menfaat kaybına da başvurularından uzun süredir sonuç alamayan başvurucular uğrayacaktır. Kendi ülkesindeki vatandaşların haklarını korumayan ve zorunlu olarak vatandaşların hak ihlallerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göndermelerine neden olan kararlar veren Anayasa Mahkemesi’nin bu iki kararda verdiği farklı kararlar ise yurtdışında olduğu gibi yurtiçinde de hukuka olan güvenin azalmasına neden olmaktadır. Temennimiz, temel hak ve özgürlüklerin hukukun temeli olduğunun farkına varılması, en az fedakârlıkta bulunulması gerekilen hakların bu haklar olması ve Anayasa Mahkemesinin kararlarının hukuka olan güvenin arttırılması için temel hak ve özgürlüklere göre şekillendirilmesi yönündedir.

 

Ali Burak Kaya

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN