1. Sessiz Kalma Yoluyla Hak Mahrumiyeti
Nedir?
Hak kaybının hangi suretle
gerçekleşeceğini ifade eden kavram “sessiz kalma” dır. Sessiz kalma, bir
eylemsizliği ifade eder. Anılan ifadeyi tamamlayan diğer unsur ise hak
kaybıdır. “Hak kaybı” sonucuna, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2.
maddesinde yer alan dürüstlük kuralından ulaşılmaktadır. Bu kavram ise
makul sayılmayacak kadar uzun bir süre kullanılmayan bir hakkın,
kullanılmasının artık dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacağından bu
kullanımın hukuk düzenince korunmamasıdır. Bu korunmama durumunu oluşturan hak
kaybı, özel şartların varlığına bağlı olarak sessiz kalma yoluyla da
oluşabilmektedir.
6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda
tescilli markaların koruma süresi başvuru tarihinden itibaren on yıl olarak
düzenlenmiştir. Marka tescilli olduğu sürece, SMK’da yer alan özel korumadan
yararlanabilecektir. Buna göre, marka hakkı sahibi, kendi tescilini sonraki
tescil başvuruları için bir hükümsüzlük nedeni olarak ileri sürebilecektir.
Buna karşılık, SMK bu korumanın devam edebilmesi için bazı şartlar öngörmüş ve
tescilli marka sahibinin hakkının korunmadığı bazı durumları düzenlemiştir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, bu durumlardan birisidir. Sessiz kalma yoluyla
hak kaybı; marka hakkı sahibinin sessiz kalması sonucu, iyi niyetli bir şekilde
markayı daha sonra tescil ettiren kişiye karşı hükümsüzlük davası açma hakkını
kaybetmesidir. Bu hak kaybının gerçekleşmesi için SMK’da birtakım şartlar
düzenlenmiştir.
Yargıtayın da 2007’de verdiği kararda
belirttiği üzere;
“Uyuşmazlığa konu markanın 16.05.1990 tarihinde davalı adına 25’nci sınıfta ticaret markası olarak tescil edildiği, davanın 14 yıl sonra açıldığı, davacının 1987-2001 yılları arasında davalı yanında çalıştığı, markanın kullanma amacı dışında şantaj veya ileride para karşılığı devredilme gibi kötü niyetle tescilinin yapıldığının kanıtlanmadığı, … uzun süre sonra açılan davanın yerinde olmadığı…”
Yargıtay’ın yine 2007’de verdiği başka
bir kararda ise;
“Ancak, hareket tarzı
itibariyle hakkın ihlaline zımnen müsaade edildiği takdirde, karşı tarafın
senelerden beri iyi niyetle kullandığı unvanının iptalinin dava konusu olup,
olamayacağı Türk Medeni Kanunu’nun 2’nci maddesi, hükmü icabı olarak düşünülüp,
değerlendirilmesi gerekir.” Sessiz
kalma yoluyla hak mahrumiyeti kurumunda iyi niyet kavramının önemi
belirtilmiştir.
2. Türk Hukuku’ndaki Yeri
Sessiz kalma yoluyla hak mahrumiyeti, 6769 sayılı Sınai
Mülkiyet Kanunu’nun getirdiği en önemli
yeniliklerden biridir. Yürürlüğe 10 Ocak 2017 tarihinde giren bu düzenleme hakkında
556 sayılı
Markaların Korunması Hakkında KHK ’da bir hüküm bulunmamakla birlikte bu hüküm uzun
yıllardır Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuzda varlığını sürdürmektedir. SMK’nın
yürürlüğe girmesiyle birlikte sessiz kalma yoluyla hak mahrumiyeti pozitif bir
düzenlemeye kavuşmuştur. SMK m. 25 f. 6’da düzenlenen sessiz kalma yoluyla hak
kaybı;
“Marka
sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi
gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa,
sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük
gerekçesi olarak ileri süremez.” şeklinde açıklanmıştır.
3. Düzenlenme Amacı ve Yeri
Temelde bu düzenlemenin hukuki güvenliğin sağlanması açısından
yapıldığını söylemek mümkündür. Nitekim SMK bu maddeyi gerekçelendirirken
açıkça bir amaç belirtmemiş olup, yalnızca
“2015/2424 sayılı Avrupa Birliği Tüzüğüne paralel olarak sessiz kalma nedeniyle
hak kaybı hususu” şeklinde bir ifadesi vardır. İlgili tüzük incelendiğinde
ortaya çıkan sonuçlar, düzenlemenin hukuki güvenlik açısından yapıldığının
göstergesidir. 16 Aralık 2015 tarihli ve 2015/2436 sayılı Üye Devletlerin
Markalara İlişkin Hukuklarının Uyumlaştırılması Hakkındaki Avrupa Birliği’nin
Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Direktifi 20’nin 29.Dibacesi’nin 29.
Paragrafında sessiz kalma yoluyla hak kaybının, hukukî güvenlik için önemli
olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu düzenlemenin hukuki güvenliğin
sağlanması açısından yapıldığını söylemek mümkündür. Sessiz kalma yoluyla hak
kaybı, bağımsız bir madde altında düzenlenmeyip SMK’nın 1. Kitap, Beşinci
Kısım, Birinci Bölümü altında markanın hükümsüzlüğünü düzenleyen 25. maddesinin
altıncı fıkrasında şöyle düzenlenmiştir;
“Marka sahibi, sonraki
tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu
duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka
tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri
süremez.”
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı,
hükümsüzlük davası dışında markaya tecavüz hâllerine ilişkin kısımda ayrıca
düzenlenmemiştir. Kanundaki bu sistematik tercih, sessiz kalma yoluyla hak
kaybının, yalnızca hükümsüzlük hâlleri ve hükümsüzlük talebi için düzenlenip düzenlenmediği
sorununu doğurmuştur.
4. Gerçekleşme Şartları
Sessiz kalma yoluyla hak kaybının
gerçekleşmesi için öncelikle dava hakkının varlıüı gerekmektedir. Buna göre,
öncelikle, önceki hak sahibinin hükümsüzlük davası açmada menfaati bulunması
gerekmektedir. Markanın hükümsüzlük halleri, SMK Md.5 ve Md.6’da detaylı olarak
düzenlenmiştir. Bu maddelerde sayılan hallerin varlığına rağmen marka yine de
tescil edilmişse, markanın hükümsüzlüğü davası ile marka hükümsüz
kılınabilmektedir. Hükümsüzlük halinin bulunması halinde, marka siciline
tescili gerçekleştirilmiş sonraki markaya karşı, önceki tarihli hakka sahip
menfaati bulunan kişinin dava hakkının varlığından söz edilebilecektir.
Sonraki marka sahibi markayı
kullanmazsa, önceki marka sahibi susarak haklarını kaybettiğini iddia edemez.
Sonraki marka sahiplerinin hak kaybı talebinde bulunabilmeleri için söz konusu
markanın ciddi bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bir markanın ciddi
kullanımı, markanın işlevine uygun olması ve tescil edilmek istenen mal veya
hizmetlerde kullanılması anlamına gelir. Aynı zamanda eski marka sahibinin söz
konusu kullanıma itiraz etmemesi ve hiçbir şekilde sessiz kalmaması gerekir. 5
yıllık sessiz kalma süresi ise, önceki marka sahibinin kullanımdan haberdar
olması ile başlamaktadır. Haberdar olması bakımından değerlendirme yapılırken
‘’basiretli bir iş insanı gibi davranma yükümlülüğü’’ göz önüne alınmalıdır.
Sessiz kalma
yoluyla hak kaybının son şartı, sonraki marka sahibinin tescilinin kötü niyetli
yapılmamış olması gerekliliğidir. SMK'daki kötü niyetli kavramı, hakkın kötüye
kullanılması anlamına gelir. Başvuru sahibi başvuruyu yaparken kötü niyetli
davranmışsa, sessiz kalarak hak kaybına karşı savunma yapamayacaktır. Kötü
niyet ispat edilse bile asıl marka sahibinin 5 yıllık süre boyunca sessiz
kalmasının hukuki bir sonucu olmayacaktır.
Yargıtay tarafından da kabul edilen,
sessiz kalma yoluyla hak mahrumiyeti, itiraz niteliğindedir. Bu hak ileri
sürülmese bile hâkim tarafından re’sen gözetilmelidir. İlgili hak yalnızca
savunmayı ileri süren kişiye karşı kaybedilecektir. Üçüncü kişiler bakımından
sessiz kalma yoluyla hak kaybı şartları gerçekleşmediği takdirde, söz konusu
hak kaybından yararlanamazlar.
5. Uygulama Alanı
Sessiz kalma yoluyla hak kaybının
uygulama alanının markanın hükümsüzlüğü davası olduğu söylense de uygulama
alanı yalnızca bununla sınırlı değildir. Zira markanın hükümsüzlüğü davası,
farklı hükümsüzlük hallerinde söz konusu olabilen ve kanunda belirtilen farklı
kişi ve kurumlarca açılabilen çok boyutlu bir davadır. Bundan dolayı sessiz kalma yoluyla hak
mahrumiyeti kurumunun uygulama alanını belirlerken markanın hükümsüzlüğü
davasını bu doğrultuda ele almak gerekir.
SMK m.25 f/2’de belirtildiği üzere bu
davayı açabilecek kişiler; “Menfaati olanlar, Cumhuriyet savcıları veya
ilgili kamu kurum ve kuruluşları markanın hükümsüzlüğünü mahkemeden
isteyebilir.” Olarak belirlenmişlerdir. Ancak yine SMK m.25 f/6’ya
baktığımızda ise “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını
bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl
boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça,
markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez.” Şeklinde bir
sınırlama getirildiğini görmekteyiz. Dolayısıyla söz konusu hüküm
Cumhuriyet savcıları ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarını kesin olarak
dışlamıştır. Bunların açacakları markanın hükümsüzlüğü davasında sessiz kalma
yoluyla hak kaybı uygulanmaz. Başka bir ifadeyle, marka sahibinin açacağı
hükümsüzlük davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanabilmesi
mümkündür.
Hükümsüzlük halleri, SMK m. 25 f. 1’in
yaptığı gönderme sonucu SMK m. 5’teki marka tescilinde mutlak ret nedenleri ile
SMK m. 6’daki marka tescilinde nispi ret nedenlerinden ibarettir. Eğer
bunlardan biri varsa markanın hükümsüzlüğü davası açılabilir. Dolayısıyla bu
dava kesinlikle bir ret nedenine dayanmalıdır. Hangi ret nedenine dayanan
davada sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanabileceği hususu ise
tartışmalıdır. Bunun sebebi, mutlak ret nedenleri ile nispi ret nedenlerinin
nitelikleri bakımından farklılıklarıdır. Mutlak ret nedenleri, kanun koyucu
tarafından kamusal çıkarları korumak amacıyla getirilmişken nispi ret nedenleri
bireysel çıkarların korunması amacıyla varlık kazanmıştır. Kamunun çıkarlarının
korunması amacıyla açılan bir davada sessiz kalma yoluyla hak kaybı
savunmasının ileri sürülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla mutlak ret
nedenlerinden birinin esas alındığı bir markanın hükümsüzlüğü davasında sessiz
kalma yoluyla hak kaybı uygulanamaz.
Eğer dava sebebi nispi ret
nedenlerinden ise bu davayı marka hakkı sahibinden başkaları da açabilir. SMK
m. 6 f. 6’daki “Tescil başvurusu yapılan markanın başkasına ait kişi
ismini, ticaret unvanını, fotoğrafını, telif hakkını veya herhangi bir fikri
mülkiyet hakkını içermesi halinde hak sahibinin itirazı üzerine başvuru
reddedilir.” Hükmünden de anlaşılacağı üzere isim, resim, ticaret unvanı,
telif ve diğer fikri mülkiyet üzerindeki hak sahiplerinin de hükümsüzlük davası
açma hakkı vardır. Dolayısıyla hükümsüzlük davası açan hak sahibinin hakkının
mutlaka marka hakkına sahip olması zorunlu değildir. Anılan hakların marka
tesciline konu edilmesi halinde bu hak sahipleri söz konusu marka tescilinin
hükümsüzlüğünü talep edebilir. Bu sebeple sessiz kalma yoluyla hak kaybının
uygulama alanını belirlerken bu bakımdan da bir değerlendirme yapmak
zorunludur. Nispi ret nedenlerinin esas olduğu hükümsüzlük davası bakımından
sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanması mümkün olmakla birlikte, anılan
hak sahiplerinin –bunları “önceki hak sahibi” olarak anmak gerekir- açacağı
davalarda sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanıp uygulanmayacağı
tartışmalıdır. Buna göre, SMK m. 25 f. 6’nın uygulama alanı, markanın hükümsüzlüğü
davasıdır. Tecavüz davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybının uygulanması mümkün
değildir.
Stj. Av. İrfan Hakan Aydın
Kaynakça:
1. IŞIK Egemen, Marka Hukukunda Sessiz Kalma Yoluyla Hak
Kaybı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2017
2. ŞAHİN Mehmet, Marka Hukukunda Sessiz
Kalma Yoluyla Hak Kaybı, Türkiye Cumhuriyeti Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı, Tezli Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2020
3. BAHADIR Zeynep, Markanın Hükümsüzlüğü
ve İptali, Ankara, 2018
4. ÇAMOĞLU Ersin, Sınai Mülkiyet Kanunu,
İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2017
5. KENAROĞLU Yasemin, Türk Fikri Mülkiyet Hukukunda Güncel Gelişmeler, İstanbul, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2011