Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

HAKSIZ FİİL SORUMLULUĞUNDA OLAĞAN ZAMANAŞIMI SÜRESİ

HAKSIZ FİİL SORUMLULUĞUNDA OLAĞAN ZAMANAŞIMI SÜRESİ

Haksız fiil sorumluluğu, günlük hayat akışında en çok karşılaşılan sorumluluk türlerinin başında gelir. Zira, farkında olarak ya da olmayarak günlük yaşamımızı idame ederken çok sayıda sözleşme dışı ilişki kurarız. Bu sebepledir ki haksız fiil sorumluluğu, kanun koyucu tarafından sıkı sıkıya düzenlenmesi gereken ve bu düzenlemelerin yetkili merciiler tarafından tartışma yaratmaksızın uygulanması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı, haksız fiil sorumluluğu çerçevesinde en çok tartışılan hususlar olan; zamanaşımı süresinin başlangıcı, zamanaşımı süresinin türleri, zamanaşımı süresinin bir daimi def’i olması hususlarına netlik kazandırmak ve aynı zamanda ilişkin hususlardaki 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu ile 6098 sayılı yürürlükteki Türk Borçlar Kanunu arasındaki düzenleme farlılıklarını incelemektir.

Zamanaşımı, bir def’i olup, hakim tarafından re ’sen dikkate alınamamaktadır. Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin zamanaşımı süreleri Türk Borçlar Kanunu’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu madde hükmünde üç kategori zamanaşımı öngörülmüştür. Bu süreler; doktrinde normal (olağan) süre, çerçeve veyahut azami süre ve istisnai süre olarak isimlendirilmektedir. TBK’nın zamanaşımı süresine ilişkin olan md.146 uyarınca, söz konusu süreler sadece TBK 49. madde 1. fıkrasında yer alan haksız fiillerden doğan borç ilişkileri için değil, hakkında özel bir düzenleme olmayan kusursuz sorumluluk halleri (geniş anlamda haksız fiillerde) ile yapı malikinin sorumluluğu, tapu sicilinden doğan sorumluluk davaları ve Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (FSEK) öngörülmüş olan tazminat davaları için de geçerli olacaktır.

  1. Normal (Olağan) süre

TBK md. 72/I’e göre; haksız fiil sebebiyle tazminat davası açma hakkı; mağdurun, zararı ve tazminat yükümlüsünü (haksız fiil sorumluluğu isnat edilebilecek kişiyi) öğrendiği tarihten itibaren iki yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

Bu hususta, doktrin ve uygulamada tartışma yaratan hususlardan biri; zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihi tespit etmek konusundadır. Tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarih; tazminat yükümlüsü hakkında ayırt edici olacak şekilde, kesin olarak tespit etmeye yarayacak bilgiye ulaşıldığı tarihtir. Zira, kişinin tahmini olarak bilinmesi veya tazminat sorumlusu kişinin tahmin edilen kişi olup olmadığı hususunda şüphe edilmesi yeterli bilgiye sahip olmak anlamına gelmeyecek ve “öğrenmek” şartı gerçekleşmiş kabul edilmeyecektir. 

Ek olarak, birden fazla tazminat sorumlusunun mevcut olduğu durumlarda, her biri açısından kendisinin öğrenilme tarihi dikkate alınacaktır.

Bunun yanı sıra doktrinde, sadece zararın gerçekleşmiş olduğunun öğrenilmesinin de yeterli olup olmayacağı, yoksa zararın niteliğine (miktarı, boyutu vs.) ilişkin de tam bilgi sahibi olunduğu tarihin mi esas alınması gerektiği tartışılmıştır. Öyle ki, doktrinde kabul edilen görüş, zaman içerisinde Yargıtay içtihatlarınca da kabul görmüş olup; zararın öğrenildiği tarihin, zararın niteliğinin ve diğer esaslı unsurları hakkında yeterli bilgiye sahip olunduğu tarih olarak anlaşılması gerektiği kabul edilmiştir. Bu bağlamda; zarar kavramından, salt zarara neden olan fiil değil, söz konusu fiilin mağdurda meydana getirdiği sonuçlar da anlaşılmalıdır. Örneğin; iş gücü kaybına dayalı maddi tazminat davalarında, iş gücü kaybının oranını belirleyen Adli Tıp Kurumu raporunun öğrenilme tarihi, zararın öğrenildiği tarih olarak kabul edilmiştir. Bir diğer örnekte; bir kimsenin haksız fiil sonucu sakat kalması halinde,  sakatlık derecesi ve kazanç mahrumiyet oranı öğrenildiği takdirde ancak zarar hakkında yeterli bilgi edinilmesi şartı gerçekleşmiş olacaktır.

Doktrinde bu örneğe bağlı olarak sakatlık halinin süreklilik arz etmesi sebebi ile her gün uğranılan zarar için zamanaşımı süresinin her gün yeniden başladığını iddia eden görüşler vardır; ancak baskın görüşe göre; süreklilik arz eden zararın miktarı ayrı ayrı zararların toplamı değil, bir bütün halinde tek zarar olarak kabul edilmelidir. Bu durum “zararın tekliği kuralı” olarak adlandırılmaktadır. Bu kural uyarınca; aynı ihlal fiili veya olayından doğan sonuçlar bir bütün oluşturur. Tarafımızca da kanunun lafzi ve ruhi amacına bakıldığında baskın görüş kabul edilmekte ve süreklilik arz eden zarar bir bütün ve tek zarar olarak ele alınmalıdır. Ancak önemle belirtilmelidir ki; doğacak zarar önceden öngörülemiyorsa, daha sonradan doğan zarar ayrı bir zarar olarak ele alınacak ve o zarar için ayrı bir zamanaşımı işleyecektir.

Her ne kadar kural olarak; söz konusu zamanaşımı süresi zararın ve tazminat sorumlusunun öğrenilmesinden itibaren başlayacak olsa da, mağdurun zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrenebilecek durumda iken öğrenmemiş olması hali de uygulamada sorun yaratmaktadır. Ancak doktrinde kabul edilen görüşe göre; öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasına yol açmayacaktır.

Eklenmelidir ki; eğer zarara uğrayan tüzel kişi ise, dava açmaya yetkili organın öğrendiği tarih, zamanaşımı süresinin başlamasına esas tarih kabul edilecektir. Bir diğer deyişle, tüzel kişiler açısından iki yıllık olağan zamanaşımı süresinin işlemeye başlayabilmesi için tüzel kişi veya kurumun dava açma konusunda yetkili veyahut dava açma konusunda emir vermeye yetkili organlarınca zarar ve tazminat sorumlusu hakkında yeterli bilgi edinilmiş olması gerekmektedir. Tüzel kişinin yetkili organı birden çok kişiden oluşuyorsa ve hiçbirinin tüzel kişiyi tek başına temsil yetkisi yoksa zamanaşımının işlemeye başlayabilmesi için bütün kişilerin faili ve zararı öğrenmesi gerekmektedir.

Bir diğer önemli husus ise; haksız fiilin süreklilik arz etmesi halinde zamanaşımı süresinin başlangıç noktasının tespitidir. Bu husus, yukarıda bahsedilen haksız fiil sonucunun süreklilik arz etmesi halinden farklı olarak, haksız fiilin kendisinin süreklilik arz etmesi veya aralıklarla yinelenmesi halidir. Örneğin; bir derenin akış yönünün değiştirilerek bir kimsenin tarlasının bir zaman periyodu için kullanılamaz hale getirilmesi bu hale örnek olarak verilebilir. Bu duruma ilişkin doktrinde kabul edilen görüşlerden biri; haksız fiil sona ermeden zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlamayacağı yönündedir. Zira, bu görüşe göre; zarar devam eden haksız fiil neticesinde ortaya çıkacaktır. Bu gibi durumlarda son fiile ilişkin zararın öğrenilmesinden sonra tek zamanaşımı süresi işleyeceği kabul edilmelidir. Örneğin; haksız rekabet fiili devamlılık arz ettiği sürece durum bu şekilde olacaktır. Zarar, fiil neticeye ulaştıktan sonra ortaya çıkacaktır. Bu görüşü kabul etmeyenlere göre ise; tek zamanaşımı kuralı Ceza Kanunu uygulamaları bakımından uygulanacak olsa da haksız fiil sorumluluğu açısından uygulama yeri bulmamalıdır. Zira bu görüş; haksız fiilin sürekli yinelenmesi halinde durumun farklı ele alınması gerektiğini, o halde her bir eylemin başlı başına bir haksız eylem kabul edilip zamanaşımı sürelerinin her biri için haksız fiillerin ayrı ayrı sona erdiği tarihten itibaren başlayacağı yönündedir. Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları da tekrarlanan haksız fiiller açısından her bir fiil için sona ermesinin ardından zararın öğrenilmesi itibariyle ayrı birer zamanaşımı süresinin işlemeye başlayacağı yönündedir.

 

Av. Ayça Güntülü Alkan

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN