Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

DEPREMDE İDARENİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ NEDİR?

DEPREMDE İDARENİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ NEDİR?

Türkiye; coğrafi ve topografik yapısı nedeniyle, deprem doğal afeti açısından riskli konumdadır.

Maalesef ülkemizde deprem kaynaklı zararların azaltılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin yetersizliği, deprem odaklı kentsel dönüşümdeki yavaşlık, deprem eğitimi ve denetim yapılması konusundaki yetersizlik, zarar azaltmak için yeni kararların alınmaması ve bilimsel bulgular doğrultusunda ilerlenmemesinden ötürü 1999 depreminden sonra 6 Şubat 2023 tarihli Kahramanmaraş depremi ile ülkemizde çok fazla can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Söz konusu kayıplarla idarenin sorumluluğu gündeme gelmiştir.

 

Bu makale ile İdarenin deprem gibi afetlerde yükümlülüğü; Mevzuat, Danıştay kararları ve AİHM kararları ile incelenmiştir. Son olarak Depremin Mücbir sebep olup olmadığı değerlendirilmiştir. İdarenin neden sorumluluğun doğması gerektiğini bu makale ile açıklamaya çalıştım.

 

İdarenin Deprem Afetinde Pozitif Yükümlülüğü

 

Pozitif yükümlülük, insan yaşamının etkili korunması amacıyla devletin gerekli tedbirleri almasına ilişkin yükümlülüğüdür.

 

Bu çerçevede devlete, bireylere temel haklarını sağlama yönünde olumlu adımlar atma, bu hakların gerçekleşebilmesi için uygun ortam yaratma görevi yüklenmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) bağlamında pozitif yükümlülükler, insan haklarının etkinliğini sağlamak, temel hakların üçüncü kişiler tarafından ihlâl edilmesini önlemek ve haklardan etkili şekilde yararlanabilmek amacıyla devlet tarafından alınması gereken önlemler şeklinde ifade edilmektedir. [1]

 

AİHM’de verilen Öneryıldız Kararı [2] devletin yaşama hakkına yönelik pozitif yükümlülüğüne dikkat çeken önemli bir karar olmuştur. Kararda; Ümraniye’de yaşanan çöplük patlaması sonucunda kişilerin yaşam haklarının devlet tarafından korunmadığı, gereken tedbirlerin alınmadığı, bu açıdan devletin sorumlu tutulması gerektiğine hükmedilmiştir. Çöplük patlaması her ne kadar bir doğal afet olmasa da idarenin afetlere yönelik alması gereken tedbirler ile yaşama hakkını nasıl koruması gerektiğinin önemi bu karar ile vurgulanmıştır.

 

Doğal afetler açısından idarenin pozitif yükümlülüklerine dikkat çeken Budayeva Kararı da [3] önemlidir. Kararda, başvurucular, 18-25 Temmuz 2000 tarihlerinde meydana gelen toprak kaymaları ve taşkınlar nedeniyle ölen yakınları Budayev’in ölümünden idareyi sorumlu tutmuşlardır.

 

AİHM; doğal afetin ne zaman gerçekleşeceğinin idare tarafından belirlenip belirlenemeyeceği ve bahse konu afetin gerçekleştiği bölgeyi daha önce de zarara uğratıp uğratmadığı hususunu incelemiştir. Davada heyelan doğal afetinin aynı bölgede başka seferler de gerçekleşebilir olması taraflarca kabul edilen bir durum olmuş ancak, bahse konu afetin daha önceden öngörülebilir olup olmaması hakkında taraflar farklı iddialar ileri sürmüşlerdir. Mahkeme delilleri incelerken hükümetin 1999 yılındaki afet sonrası zarar gören yapıları tamir etmek için herhangi bir harcama yapmamış olduğuna dikkat çekmiştir. Bu açıdan mahkemeye göre sözleşmenin 2. maddesi ihlal edilmiştir. Yine söz konusu karar ile devletin alması gereken tedbirler ile yaşama hakkını koruması gerektiği pekiştirilmiştir.

 

Doğal afetlerde devletin önceden tedbir alması gerektiği açık bir şekilde söz konusu kararlarda vurgulanmıştır.


İdarenin Deprem Nedeniyle Kusura Dayanan Sorumluluğu

 

Türkiye deprem coğrafyasında bulunduğundan depremler önceden dahi tam olarak belirlenemese de olabilecek depremlerin yaratacağı risklerin belirlenerek bu risklerin sebep olacağı yıkımların en aza indirgenebilmesi için idarenin çözümler üretmesi gerekir.

 

İdarenin halkı bilinçlendirmesi ve deprem konusunda eğitmesi çok önemlidir. Ancak Ülkemizde aksine eskiden beri deprem bölgelerinde gecekondu yapılaşmalarına maalesef idare izin vermiş, uygunsuz, hukuka aykırı ve planlara uygun olmayan yapılara imar affı çıkartmıştır. Binaların inşası sırasında yetkili birimler gerekli denetim ve incelemeleri yapmamış, bakanlık ve belediyeler ihmalkâr davranmıştır.

 

Bunların sonucunda Marmara Depremi ile Kahramanmaraş Depremi yıkıcı sonuçlara sebep olmuştur. Yüzbinlerce insan ihmalkârlıktan dolayı ölmüştür.

 

Devletin olası deprem halinde meydana gelen zararların en aza indirilmesi için mevzuatlar hazırlaması, deprem için tedbirler alması ve bu tedbirleri uygulaması gerekmektedir. Önceden mücbir sebep olarak kabul edilen deprem afeti teknolojik gelişmelerle öngörülemezlik özelliğini kaybetmiştir. Ayrıca ülkemizin deprem bölgesi olduğu bilinen bir gerçek olduğundan depremin öngörülemez olduğu iddia edilemez. Birçok Profesör Kahramanmaraş depremini yıllar önceden uyarmıştır. İdarenin bilim adamlarına kulak verip gerekli önlemleri alması gerekirken aksine yapılaşmaya izin vermiştir.

 

Marmara Depremi sonrasında açılmış davalar içerisinde, deprem öncesinde merkezi idare ve yerel yönetimlerin bu konu hakkında üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmemeleri nedeniyle, yıkım sebebiyle zarar oluştuğuna dair tazminat talepleri mevcuttur. Açılan bu davalarda; tazmin talepleri 190 dava ile, talep çeşitleri arasında 4. sırada yer bulmuştur.[4]

 

Ülkemizde sık sık deprem olan bölgelerde idarenin gerekli tedbirleri alıp, imar hukuku kapsamında öngörülen regülasyonları sıkı bir şekilde uygulayıp deprem sonrası için aksiyon planları yapması gerekir.

 

Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. İdare sebep olduğu zararları tazminle yükümlüdür. İdarenin bu eylemleri yerine getirmeyip eylemsiz kalması da kusur kabul edilmektedir. Yine afet sonrasında idarenin, afetzedelere yapacağı yardımlar mevzuatta belirtildiği halde, idare bu yardımları yapmakta gerekli özeni göstermezse de kusurlu davranmış olacağı kabul edilmektedir.

 

Sakarya İdare Mahkemesi, 1999 tarihinde meydana gelen deprem neticesinde yıkılan adliyede, görevli gece bekçisinin hayatını kaybetmesi sonucunda, kişinin yalnızca kamu hizmetini yürütüyor olmasından dolayı, idarenin mevcut durumda kusuru bulunmasa bile sosyal risk kapsamında zararı tazmin etmesi gerekliliğine karar vermiştir.[5]

 

İdarelerin, nizami şehirler oluşması için sağlam yapıların inşasını ve imar planlarını denetlemek görevleri de mevcuttur. Kaçak şekilde inşa edilmiş yapıların ve gecekonduların imar affı kapsamında affedilmesi ve kanuna uygun hale getirilmesi de deprem kapsamında yanlış kabul edilen işlemlerdendir. Plansız kentleşme, arazinin yanlış kullanımı, gecekondulaşma, imar mevzuatının uygulanmaması veya denetiminin sağlanamaması uygulamadan kaynaklı sorunlar arasındadır. Deprem gerçekleşmeden önce idarenin sorumlu tutulması gereken diğer bir alan ise yukarıda da açıklandığı üzere imar uygulamaları açısından denetim yükümlülüğüdür.

 

İdarenin şehirleri planlı bir şekilde sağlam yapılar ile donatması gerekirken uygulamada plansız ve çarpık kentleşmesinin yaygın olduğu görülmektedir. Araziler yanlış amaçlarla kullanılmakta, yapılar imar affı kapsamında affedilip kanuna uygun hale getirilmektedir. İdarenin bu uygulamaları denetlemesi ve kamu yararı için düzenlemesi gerekmektedir. İdare deprem öncesinde üzerine düşen görev ve yükümlülükleri yerine getirmezse, denetim görevini icra etmezse sorumlu kabul edilmelidir.

 

DİDDK bir kararında, depremden dolayı zarar gören binanın yapı ruhsatına aykırı inşa edilmiş olmasından dolayı yıkıldığını; idarenin öncesinde tespit yapıp mühürleme işlemini gerçekleştirdiğini ancak daha sonrasında yıkım kararının uygulanmadığı ve devamında da yerleşime açılmasına müsaade edildiğinin anlaşıldığını, bu açıdan idarenin afet öncesi sorumluluklarını yerine getirmemesi nedeniyle sorumlu tutulması gerektiği belirtmiştir.[6]

 

Adapazarı’nda gerçekleşen deprem olayında, kiracı olarak oturan kişi, ruhsatsız inşa edilen binanın yıkılmasından dolayı uğradığı zarar için belediye ve bakanlığı davalı olarak göstermiş, Danıştay ise belediyeyi denetim görevini yerine getirmemesi nedeniyle %100 kusurlu bulmuş, bakanlığı deprem bölgesi haritalarını hazırlaması ve ilgili yönetmelikleri çıkarması nedeniyle üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesinden dolayı kusursuz bulmuştur.[7]

 

Danıştay kararlarından da anlaşıldığı üzere idarenin depreme yönelik gerekli önlemleri alması ve denetlemesi gerekmektedir. Danıştay deprem bölgesi haritaları ile ilgili yönetmelikleri çıkartan bakanlığı söz konusu görevleri yerine getirdiği için kusursuz bulurken Belediyeyi depremden önce gerekli önlemleri almadığı ve yönetmelikleri uygulamadığı için kusurlu bulmuştur.

İdarenin yer seçimi ve imar planından kaynaklı sorumluluğu

 

İdare meydana gelen bir depremden sorumlu olmamak için imar planlarını İmar Kanunu’na göre hazırlamalı ve kişilerin bu planlara uyarak inşada bulunmalarını zorlamalıdır.  

 

Konuya ilişkin bir Danıştay kararında; “1/5000 ölçekli nazım imar planı açıklama raporuna göre Adana ili, deprem riskleri açısından hassas bir konumdadır. Türkiye’nin deprem bölgelerini gösteren haritada genel olarak ikinci derece deprem bölgesi içinde, kısmen de üçüncü derece deprem bölgesi kuşağında yer aldığından imar planı kararları bu fiili durum gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir.” ifadesi ile idarenin imar planlarında deprem bölgelerini göstermesi gerektiğini, imar planlarının ikinci veya üçüncü derece deprem bölgesinde bu durumların gözetilerek belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir.[8]

 

Deprem riski bulunan alanların bilimsel belirlemeler uyarınca tespit edilerek, bu belirlemelerin imar planlarına yansıtılması açısından idarenin sorumlu olduğuna hükmedilmiştir.


Deprem Mücbir Sebep Sayılabilir mi?

 

Mücbir sebep, sorumluluğu ortadan kaldıran öngörülemez ve önlenemez sebeplerdir. Mücbir sebepler nedensellik bağını keserek sorumluluğu ortadan kaldırmaktadır.  

Mücbir sebebin şartlarının gerçekleşmesi için idareye özel kişilere nazaran daha az esneklik sağlanması gerekir.

Son dönemlerdeki teknolojik ilerlemeler ile depremlerin öngörülemez ve önlenemez olma nitelikleri ortadan kalkmıştır. Zira depremler sürekli olarak kaydedilmekte ve fay haritaları çıkartılmaktadır. Riskli bölgelerin nerelerde olduğu net olarak bilinmektedir. Japonya gibi deprem ülkelerindeki gelişmiş bina yağım teknikleri ile depremlere başarılı şekilde karşı koyulabildiği açıktır. Dolayısıyla depremlerin önlenemezlik unsurunu da eskisi gibi karşılamadığı açıktır.

 

Konuyla ilgili bir Danıştay kararında Danıştay’a göre heyelan doğal afetinin mücbir sebep teşkil edip etmediği önemli olmayıp, meydana gelen zarara heyelanın değil, daha öncesinde de heyelan gerçekleşme ihtimali olan ve bilinen bir bölgede ruhsatı olmaksızın çalışan bir kahvehanenin varlığına müsaade edilmesi sebep olmuştur. Danıştay bu kararında mücbir sebepten hiç bahsetmeyerek karara yorumunu katmış, doğrudan idarenin sorumlu olduğuna karar vermiştir. [9]

 

1999 depremi öncesi gerçekleşen depremler için meydana gelen zararlarda doktrin, doğal afetlerde mücbir sebep varlığını kabul etmiş ve zarar tazmini için idarenin kusursuz sorumluluğu kapsamında sosyal risk ilkesi ile bu zararların tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. 1999 Depremi sonrasında ise; depremin, idarenin sorumluluğunu doğrudan kaldırmayacağı, kusuru oranında sorumluluğun devam etmesi gerektiği kabul görmüştür.[10]

 

Deprem kuşağında olan bölgelerde, yerleşim ile ilgili alanların deprem gerçeği göz önünde bulundurularak belirlenmesi, bu bölgelerdeki yapılanmalara ilişkin kararların alınması, yerine getirilmesi ve denetlenmesi gerekir. Bu işlemler yerine getirilmediği takdirde meydana gelecek zararlarda depremi mücbir sebep olarak kabul edip idarenin illiyet bağını kesmek mümkün olmayacaktır. Çünkü sık sık depremlerin yaşandığı ülkemizde depremler öngörülemez değillerdir. İdare depremin gerçekleşme ihtimalini göz önünde bulundurmalı ve ona göre hareket etmeli, tehlikeden kaçınmalıdır. Daha önce devamlı tekrar eden bir olayın öngörülemez olması mümkün olmadığı gibi, bu olay için alınmayan tedbirler için de “öngörülemez” denilmesi mümkün olmayacaktır.

 

Mücbir sebebin bir diğer şartı, durumun önlenemez nitelikte olmasıdır. Yukarıda da vurgulandığı üzere, teknolojik ilerlemeler sonucu, idarenin kullandığı teknik araç/malzemelerdeki gelişmeler, bir olayın önlenemez olması niteliğini değerlendirilirken eskiye nazaran daha dikkatli davranılmasını gerektirmektedir. Mücbir sebep sayılan doğal afetlerin bahse konu teknolojik aletler ile önceden fark edilmesi ile idarenin bu afet için önlem alması kolaylaşmıştır. Bu sebeple daha önceleri mücbir sebep sayılan deprem, günümüzde mücbir sebep olarak kabul edilmemelidir. Sık sık depremlerin yaşandığı ülkemizde depremi mücbir sebep olarak nitelendirmek İdare lehine bir yaklaşım olacaktır.

 

Danıştay, deprem kuşağında yer alan bölgede deprem gerçeğinin veri olarak alınması suretiyle yerleşme ile ilgili alanların belirlenmesine, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili idari faaliyetlerin bütününü dikkate alarak, idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda depremin mücbir sebep olarak değerlendirilmesi ile zararla illiyet bağını kestiğini kabul etmemektedir. Bu nedenle de ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.[11]

 

Deprem önlenemese bile gerekli çalışma, araştırma, kontrol ve denetlemelerin yapılarak meydana gelecek zararların azaltılması mümkündür. Aksi taktirde hizmet kusuru ile idarenin sorumluluğuna gidilebilir.

 

Stj. Av. Yunus Emre Pekcan

 

Kaynakça:

 

1. Metin, Y. (2010), “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Yaşamın ve Sağlığın Korunması ile İlgili Olarak Taraf Devletlere Yüklediği Pozitif Yükümlülükler”, Uluslararası İlişkiler, 7(27), 113.

2. ÖNERYILDIZ v. TURKEY (coe.int) (Osman Doğru İnsan hakları Avrupa Sözleşmesi Önemli kararlar 86.)

3. BUDAYEVA AND OTHERS v. RUSSIA (coe.int)

4. Şengün, a.g.m., 2007, 71.

5. Kozanoğlu, 2020, a.g.t., 150-51. Benzer nitelikte karar; AYİM2D, E. 1982/619, K.T. 27.10.1982, AYİMKD, 1983, S.2-3-4-5, s.327. 229

6. DİDDK, E. 2008/106, K. 2012/1433, KT. 08.12.2012, KY.

7. D6D, E.2007/5045, K. 2008/20, KT. 15.01.2008

8. D6D, E. 2016/3879, K. 2020/6616, KT. 02.07.2020

9. İdari Yargı Kararları Kapsamında Deprem Nedeniyle İdarenin Kusur Sorumluluğu Melike Çolakoğlu 81

10. D10D, E. 1993/724, K. 1993/3146 KT. 13.09.1993.

11. D11D, E. 2005/1353, K.2007/6248, KT. 29.06.2007.

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN