A. Giriş
Gelişen
teknolojilerle birlikte günümüzde dolandırıcılık furyası bir hayli artmış
vaziyettedir. Artık düzenlenen evrakların doğruluğu tespit edilirken zorluk
yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra uzaktan erişimle bile banka müşterileri
kolaylıkla dolandırılabilmektedir. Özellikle ülkemizin yüksek enflasyondan
etkilenmesi ve ekonomik anlamda zor bir dönemden geçmesi sebebiyle toplumun bir
kısmı açısından kolay para kazanma yöntemlerine ağırlık verilmesi şaşırtıcı bir
durum değildir. Son zamanlarda yaşanılan olaylar sebebiyle dolandırıcılık
işlemlerini yapan şahısların ceza hukuku bakımından değerlendirilmesi değil, bu
duruma farklı bir bakış açısı getirerek bankaların söz konusu dolandırıcılık
suçlarındaki sorumluluğu yönünden bir değerlendirme yapmak da gerekmektedir.
B. Bankanın
Hukuki Sorumluluğunun Çerçevesi
Bankaların
sorumlulukları belirlenirken kullanılan genel kurallardan biri, Ticaret
Kanunu'nu çerçevesinde "her bir tacirin ticaret faaliyetlerinde basiretli
bir iş insanı gibi hareket etmesi" gerekliliğidir. Bu genel kuralın yanı
sıra, Bankalar Kanunu'nda belirtilen sözleşme türlerine ilişkin özel hükümler
de bir sorumluluk kaynağı olabilmektedir. Ancak, bankaların işlemlerinin büyük
bir kısmı karma sözleşme niteliğinde olduğu için, hangi sözleşme türlerinin ve
ne ölçüde uygulanacağının belirlenmesi zorlaşmaktadır. Bu nedenle, irade
beyanlarının yorumlanmasında güven prensibi veya teorisi çerçevesinde bir
analiz yapmak gerekmektedir. Ayrıca, bankaların sorumluluğuyla ilgili
anlaşmazlıklarda, vekilin özen borcuna ve sorumluluğuna dair hükümler kıyasen
uygulanarak çözüme ulaşılabilinmektedir.
Bankaların
saygınlığa dayanan bir kurum olarak, kendilerine duyulan güveni boşa
çıkarmamaları gerektiği ve bu nedenle bankalar hakkında sübjektif
değerlendirmelerin geçerli olamayacağı konusunda ittifak edilmelidir. Bu
nedenle bankalar, objektif bir ölçüt olan "basiretli tacir" gibi
özenli bir şekilde hareket etmelidir. Ayrıca, bankaların müşterileri karşısında
yerel adet ve uygulamaları bilme ve uygulama konusunda tartışmasız bir
üstünlükleri vardır. Bankaların sorumluluğunu ağırlaştırmak için tek bir ölçü
veya yöntem kullanılamaz. Farklı durumlar için farklı yaklaşımlar izlenmelidir.
Sorumluluğun ağırlaştırılması, öncelikle ilkesel nitelikteki emredici hükümler
yoluyla sağlanmalı ve kötüye kullanım durumunu denetleme yetkisi mahkemelere
bırakılmalıdır.
Bankaların
sorumluluğunun diğer tacirlerle kıyaslandığında şüphesiz çok daha fazla olduğu
ve olması gerektiği, bu kurumların topluma güven sağlaması gereken ticari
kurumların başında geldiği bir gerçektir. Ancak her dolandırıcılık olayında
bankaların sorumluluğuna gitmek adeta bankaları bir günah keçisi olarak
belirlemekten ibaret olacaktır. Böyle bir bakış açısıyla kanunu amacından
ziyade kanunu katı bir şekilde lafzi olarak değerlendirmekle mümkündür. Banka
müşterilerinin dolandırıldığı senaryolarda kusurun sebebi ve kim tarafından
nasıl yapıldığı, bankanın sorumluluk çerçevesinde ne kadar bulunduğu gibi
kriterleri değerlendirmek gerekmektedir. Banka müşterilerinin kendi kusuru
sebebiyle banka bilgilerini 3. Kişilerle paylaştığı birçok dava bulunmaktadır.
Yargıtay 11.
Hukuk Dairesi`nin 2012/3765 E.-2013/3407 K. Sayılı ve 26.02.2013 tarihli
kararında şu açıklamalara yer verilmiştir: “Dosya kapsamı ve yaptırılan
bilirkişi incelemesi sonucunda, zarara yol açan eylemlerin bizzat davacının
bilgisayarından elde olunan ve saklamakla yükümlü olduğu kişisel bilgileri
kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği, davacının kişisel bilgilerinin bankanın
sisteminden ele geçirilmiş olmadığı anlaşılmıştır. Taraflar arasındaki
sözleşmede davacının kişisel bilgilerini korumak, üçüncü kişilerin eline
geçmesini engellemek konusunda taahhütte bulunduğu açıktır. Keza davacının,
opsiyonel olarak sunulmuş olan ek güvenlik önlemlerine itibar etmediği de
sabittir. Bu durumda, davacının kişisel bilgilerinin başkalarınca
öğrenilmesinde ve ortaya çıkan zararlı sonuçta kusurlu olduğunun kabulü
gerekir.”. [1]
Görüldüğü üzere
bankaların gerekli güvenlik önlemlerini aldığı ancak banka müşterisinin bu
güvenlik önlemlerine rağmen kendi kusuruyla paylaştığı şifre ve şahsi bilgileri
sebebiyle bankanın sorumluluğuna gidilemediği Yargıtay’ın verdiği kararda
görülmektedir.
Bunun yanı sıra
gündemin merkezinde bulunan “Yüksek Faizli Fon” olarak haber kaynaklarında yer
bulan olayın değerlendirilmesi de gerekmektedir. Belirtmek isterim ki
ilgili olayla alakalı bahsi geçen bütün bilgiler haber kaynakları ışığında elde
edilmiş bilgiler olup, bu iddialar üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır.
Olay, Seçil Erzan
isimli banka çalışanının yüksek faizli fon getirisi bulunduğu ve bu fonun
sadece bankanın özel müşterilerine sunulduğu iddiasıyla spor ve iş dünyasından belli
başlı insanların paralarını bu fona yatırmasıyla vuku bulmuş bir olaydır. Seçil
Erzan’ın iddialarına göre fon kısa süre içerisinde yüksek getiriler elde edilen
ve tamamıyla bankanın bilgisi dahilinde bulunan bir fondur. Bu fona para
yatıran kişilere bankanın resmi kağıtları üzerinden belgeler verdiği de iddialar
arasında bulunmaktadır. Ancak anlaşılan o ki bu durumdan ne bankanın haberi vardır
ne de böyle bir fon vardır.
Olayın esasların
biraz daha inceleyecek olursak, Seçil Erzan’ın bahsettiği fonun bazı
kaynaklarda yılda yüzde 250 oranında bir getiri teşkil ettiği yönündedir. Hayatın
olağan akışında herhangi bir fonun böyle bir oranda kazancının olması muhtemel
değildir. Ülkedeki bankaların yüzde 40 civarlarında faiz verebildiği bir
ekonomik atmosferde bankanın özel müşterilerine böylesine uçuk bir oranda fon
getirisi sağlanabileceği nerede görülmüştür? Bunun yanı sıra banka nezdinde
hangi müşterinin özel hangi müşterinin özel olmadığı hangi kritere göre
belirlenmektedir? Bankanın basiretli bir tacir gibi hareket etmesi gerektiği ve
hatta çok daha fazla özen yükümlülüğüne hasıl olduğu kuşkusuzdur fakat bu fona
para yatıran iş insanlarının da basiretli bir tacir olması gerektiği göz ardı
edilmemelidir. Haber kaynaklarında yazılan iddialara göre bu fona yatırım yapan
şahısların paraları elden verdiği bilgisi bulunmaktadır, aslında böylelikle bu
paralar sisteme hiç geçmemiş olacaktır, bu denli yüksek yatırım yapabilen
insanların bu hususa dikkat etmemiş olması ne kadar olasıdır? Dünyanın hangi
ülkesinde bu oranda getirisi olan bir fonun varlığı kabul edilebilir. Bu
bakımdan olayın unsurları ele alındığında bankanın sorumluluğuna gidilmesi pek
muhtemel gözükmemektedir. Seçil Erzan’ın banka çalışanı olarak bu
dolandırıcılığı yapması sadece kendi adına sonuç doğurmaktadır. Aksi takdirde
bankada çalışan her şahsın yaptığı dolandırıcılık suçunda bankanın sorumluluğuna
gidilmeli ve kaybedilen paraları banka tarafından tazmin edilmelidir fakat
böyle bir durumun bankalar özelinde ne denli zorluk yaratacağı gözler
önündedir.
Bunun yanı sıra
Seçil Erzan’ın görev tanımını iyi incelemek gerekmektedir. Kendisi bankanın
şube müdürüdür. Bankaların yönetim kurulu ile tüzel kişiliği arasında güçlü bir
fiili irade bağı vardır. Kanun uyarınca anonim şirket sıfatına haiz bankalar
dolayısıyla tüzel kişiliktir. Ancak bankaların tüzel kişiliği ve yönetim
kuruluna ilişkin düzenlemeler Bankacılık Kanunu ile düzenlenmektedir. Bu kanun
uyarınca bankanın genel müdürleri de adeta yönetim kurulu üyesi kadar sorumlu
durumda olacaklardır. Yönetim kurulu ve genel müdürlük bankanın merkezinde
bulunurken aynı zamanda tacir yardımcısı olarak şube müdürlerine görev
vermektedir. Bu yol ile banka organlarının sahip olduğu temsil yetkisini şube
müdürleri yani ticari vekilleriyle aracıyla kullanma imkânı bulmaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 549. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, “Temsil yetkisi, bir
şubenin işleriyle sınırlandırılabilir.” şeklinde düzenleme söz konusudur.
Bankanın merkezine bağlı bulunan şubelerinde müdürlerine tanıdığı temsil
yetkisi şube işleriyle sınırlıdır. Bu temsil yetkisine ilişkin sınırlamalar
ancak iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyecektir.[2] Olayımızda
ise şube müdürü Seçil Erzan’ın bankanın özel müşterilerine yüksek faizli fon imkânı
sağlaması şubenin görevleriyle bağlantılı değildir. Borçlar Kanunu’nun 46. maddesinde
düzenlenen yetkisiz temsil hükmüne göre, “Bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak
bir hukuki işlem yaparsa, bu işlem ancak onadığı takdirde temsil olunanı
bağlar.” denilerek
bu gibi durumlarda yetki verenin korunması amaçlanmıştır. Bununla beraber böyle
bir durum söz konusu olsa bile bankanın herhangi bir ildeki şube müdüründen
ziyade genel müdürünün veya yönetim kurulu üyelerinden birinin bu fona ilişkin
banka müşterileriyle temasa geçmesi hayatın olağan akışına çok daha uygun olması
sebebiyle somut olayda üçüncü kişilerin iyi niyetinden ne derece emin
olabiliriz?
Bir başka önemli
nokta ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin 01.06.2023 tarihinde verdiği E.
2021/40 K. 2023/864 sayılı kararda belirtilen unsurlardır.
“…
Dava konusu
edilen para transferlerinin taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine uygun
olarak gerçekleştirilmiş olması, imzalanan sözleşme ile bankanın faks teyidi aramaksızın
talimatı yerine getirmeye yetkili olduğunun davacı tarafça kabul edilmiş
olması, işlemleri yapan kişinin davacı tarafça davalı bankaya teyit alınacak
kişi olarak bildirilmiş olması, faks talimatlarındaki imzanın davacı şirket
yetkilisinin imzası ile çıplak gözle ayırt edilemeyecek derecede benzer olması,
yaklaşık bir yıllık süre içerinde toplam 103 adet bu şekilde işlem yapılmış
olmasına rağmen, davacı şirketin basiretli bir tacir olarak hesaplarında
usulsüzlük yapıldığından haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı
olması da hep birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu para transferlerinin
davacı şirketin bilgisi ve onayı ile yapıldığının kabulü gerekmektedir. Bu
durumda davacı şirketin kendi çalışanının eylemleri nedeniyle uğradığı iddia
edilen zararın oluşumunda davalı bankanın özen yükümlülüğünü yerine
getirmeyerek kusurlu olduğunun kabulünün mümkün olmadığı, dolayısıyla
uğranıldığı iddia edilen zarardan dolayı davalı bankanın sorumluluğuna hükmedilemeyeceği
kanaatine varılmıştır. Banka çalışanlarının görevlerinin gerektirdiği özen ve
dikkati gösterdikleri, kasıt ve ihmal şeklinde kusurlarının bulunmadığı ve
davacı şirket ile davalı banka arasında süregelen talimatla havale yapılma
işleminde, imza sirkülerindekilerle aynı ya da ayırt edilemeyecek derecede
benzer imzayı taşıyan dava konusu talimatları işleme koyması nedeniyle, davalı
bankanın sorumlu tutulması ve hafif kusur dahi izafe edilmesi mümkün olmayıp,
davacı şirket çalışanının ağır kusuru, zararın oluşumunda davalı bankanın özen
sorumluluğundaki illiyet bağını kesecek ağırlıktadır.
…
Bu nedenle
mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü isabetsizdir.
Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine,
davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü doğru değil ise de,
yapılan hata/eksiklik yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, davalı
vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile kararın HMK'nın 353/ (1)b-2 maddesi
uyarınca kaldırılarak "davanın reddine" karar verilmiştir. [3]
…”
C. Sonuç
Sonuç olarak, hem
yukarıdaki Yargıtay ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararları hem de
bahsi geçen olaylar ışında bankanın sorumluluğunu ele aldığımızda, kuşkusuz
bankanın özen yükümlülüklerinin ve sorumluluğunun topluma verdiği güven
sebebiyle çok daha fazla olması gerektiği tartışmasız bir konudur. Ancak her
olay bakımından bankanın sorumluluğuna gitmenin kanunun amacı bakımından
değerlendirildiğinde adil olmadığı ve her dolandırıcılık olayında adeta
“tehlike anında camı kırınız!” edasıyla tüm sorumluluğun bankalara
yüklenmesinin hukuki açıdan doğru olamayacağı kuşkusuzdur. Bankanın hangi organı
tarafından işlemin yapıldığı, organ tarafından yapılan bir eylem yoksa temsil
yetkisine sahip kişinin verilen yetkinin sınırları içerinde bir işlem yapıp
yapmadığı olayın nitelikleri açısından değerlendirilmeli ve bu çerçevede bir
karar verilmelidir.
Stj. Av. Mustafa
Emre Batmaz
Kaynakça:
1. Yargıtay 11.
Hukuk Dairesi 2012/3765 E.-2013/3407 K. Sayılı ve 26.02.2013 tarihli kararı
2. https://www.mevzuatdergisi.com/2000/02a/02.htm
3. İstanbul BAM,
12. HD., E. 2021/40 K. 2023/864 Sayılı ve 01.06.2023 tarihli kararı