Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMELERİNDE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN TAPU GÜVENCESİ KAPSAMINDAKİ HAKLARINA İLİŞKİN YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARI ÜZERİNE HUKUKİ İNCELEME

ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMELERİNDE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN TAPU GÜVENCESİ KAPSAMINDAKİ HAKLARINA İLİŞKİN YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARI ÜZERİNE HUKUKİ İNCELEME

I. Giriş

Gayrimenkul hukukunda en güncel ve dinamik sözleşmelerinden biri, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri karma yapısı ve uygulamasında sıkça ortaya çıkabilen sorunlar neticesinde yargıya intikal eden uyuşmazlıklara neden olmaktadır.

Bu uyuşmazlıklardan biri de geçersiz veya feshedilmiş bir arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayanılarak yükleniciye devredilen arsa paylarının, yüklenici tarafından üçüncü kişilere devredilmesi halinde, bu üçüncü kişilerin edinimlerinin geçerli olup olmadığıdır. Kısaca sözleşme geçersizse, yükleniciye güvenerek taşınmazı edinen üçüncü kişilerin tapu siciline güven ilkesi kapsamında haklarının korunup korunmayacağı önem taşır.

İşbu temel soruya ilişkin içtihatlar arasında beliren görüş ayrılığı, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 18.07.2025 tarihli 32959 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 16.05.2025 tarihli, 2024/1 E. ve 2025/2 K. sayılı kararıyla giderilmiştir.

II. Karara Konu Uyuşmazlığın Temeli

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin konusu, arsa sahibinin maliki olduğu arsa üzerine yapılacak bina inşaatıdır. Bu sözleşmede ücret (bedel) arsa sahibi tarafından ayın olarak ödenmektedir. Böylece malik arsasını değerlendirerek ayrıca para ödemeksizin bağımsız bölüm veya bağımsız bölümler elde etmekte; yüklenici ise, devredilen ya da devri taahhüt edilen paylarını üçüncü kişilere satmak suretiyle hem inşaatı tamamlamak için sermaye hem de kår elde etmektedir [1].

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte, öğretide ve uygulamada iki tipli-karma özel nitelikte bir sözleşme olarak kabul edilmektedir. Türk Hukuk Lûgatı’nda arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin hukuki niteliği itibariyle taşınmaz satış sözleşmesi ile eser sözleşmesinden oluşan karma bir sözleşme türü olduğu ve taşınmaz satışını da içerdiği için resmî biçimde yapılmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır [2]. Bu sözleşme uyarınca arsa sahibi, arsa payının bir kısmını yükleniciye devretmeyi; yüklenici ise karşılığında arsa üzerine belirli bağımsız bölümler inşa ederek bunları arsa sahibine teslim etmeyi taahhüt eder. Sözleşmenin temel karakteri hem taşınmaz satımı hem eser sözleşmesi hükümlerini içermesidir.

Bu sözleşmelerin geçersiz olduğu veya sonradan feshedildiği halde; arsa sahibinden arsa payını devralan yüklenici, henüz herhangi bir yapı inşa etmeden veya inşaatın bir kısmını tamamladıktan sonra, bu arsa paylarını ya da bağımsız bölümleri üçüncü kişilere satması durumu gündeme gelebilir. Üçüncü kişiler tapuda işlem yaparak mülkiyet kazanır. Daha sonra, arsa sahibi sözleşmenin geçersizliğini veya feshedildiğini ileri sürerek tapu iptal ve tescil davası açar.

Bu noktada Yargıtay’ın farklı daireleri arasında görüş ayrılığı doğmuştur. Bir kısım daireler, üçüncü kişilerin iyi niyetli olup olmadığını irdelemeksizin, sözleşme geçersizse veya feshedilmişse yapılan devirlerin hükümsüz olduğuna ve tapuların iptaline karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Diğer bir görüş ise, üçüncü kişilerin iyi niyetli olup olmadıklarının araştırılması gerektiğini ve iyi niyetli üçüncü kişilerin tapu siciline güven ilkesi (TMK m. 1023) uyarınca korunmaları gerektiğini benimsemiştir.

Bu tartışma yalnızca Yargıtay uygulamasında değil, doktrinde de farklı görüşlerle değerlendirilmiştir. Doktrinde bir kısım yazarlar üçüncü kişinin yükleniciden devraldığı arsa paylarına ilişkin olarak TMK. m. 1023’te düzenlenen tapu siciline güven ilkesi kapsamında iyiniyet hükümlerinin devreye girmesi gerektiğini savunurken [3] diğer yazarlar yüklenici tarafından üçüncü kişiye yapılan devirin dönme sonucu yüklenicinin mülkiyetine sahip olmadığı arsa paylarını devretmiş olması sebebiyle hukuki sebepten yoksun olacağını yolsuz tescil hükümlerine tabi olacağını savunmaktadır.

Bu noktada doğan içtihat ve doktrinde görüş ayrılığı, hem mülkiyet hakkının hem de hukuki güvenlik ilkesinin nasıl dengeleneceği sorusunu gündeme taşımış; istikrar ihtiyacı nedeniyle içtihadın birleştirilmesi gerekliliği gündeme gelmiştir.

III. Kararın Özeti

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 21/05/2024 tarihli ve 21317395-2024/384 sayılı yazısı ile:

Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesi gereğince, tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımının korunacağı, tapu siciline güvenin doğal sonucu olarak da bir ayni hak satın alan kişinin iyiniyete dayalı olarak edindiği bu kazanımının korunması gerektiği, TMK'nın 3. maddesi gereğince, kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda asıl olanın iyiniyetin varlığı olduğu, ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin de iyiniyet iddiasında bulunamayacağı, iyiniyetin varlığının asıl olup bunun bulunmadığını iddia eden tarafın bu iddiasını ispat etmesi gerektiği, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin geriye etkili olarak feshi talep edildiğinde de sözleşmeye konu taşınmazdan pay satın alan üçüncü kişilerin iyiniyetli olmadığını iddia eden arsa sahibinin bu iddiasını usulüne uygun delillerle ispatlaması gerektiği,”

gerekçe gösterilerek, dairede yapılan görüşmeler neticesinde çoğunluk tarafından, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin geçersizliğinin tespiti veya geriye etkili olarak feshi üzerine üçüncü kişilere devredilen taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile arsa sahibi adına tescilinin talep edilmesi hâlinde, üçüncü kişilerin iyiniyet savunmalarının dinlenebileceği ve ancak somut olaya göre iyiniyetli olmadıklarının arsa sahibince ispat edilmesi hâlinde taşınmazların arsa sahibine dönebileceği düşüncesi ile Dairenin yerleşik içtihadından dönülmesi gerektiğinin kabul edildiği, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 15/2-c maddesi gereğince, Yargıtay Dairelerinden birisinin yerleşik içtihadından dönmek istemesi durumunda bu hususun içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlanmasının Hukuk Genel Kurulunun görevleri arasında sayıldığı belirtilerek içtihatların birleştirilmesi talebinde bulunulmuştur.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu, 16 Mayıs 2025 tarihli kararında aşağıdaki şekilde hüküm tesis etmiştir:

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine konu taşınmazın, tapuda yükleniciye devredilmesinden sonra yüklenicinin arsa payı veya bağımsız bölümleri üçüncü kişilere satması veya ipotek tesis etmesi üzerine, sözleşmenin geçersizliğinin tespiti veya geriye etkili olarak feshedilmesi hâlinde; üçüncü kişilerin tapuya güvenerek ve iyiniyetli olarak aynî hak edindikleri iddialarının dinlenmesi, dolayısıyla iktisap edilen mülkiyet veya ipotek hakkının korunması gerektiğine, ancak somut olaya göre üçüncü kişilerin iyiniyetli olmadıklarının anlaşılması hâlinde taşınmazların arsa sahibine dönebileceğine,

16.05.2025 tarihinde yapılan birinci toplantıda oy birliği ile karar verilmiştir.”

Bu hükümle birlikte, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu açıkça iyi niyete dayalı tapu siciline güven ilkesine üstünlük tanımış ve bu konuda birleşik bir uygulama hedeflemiştir.

IV. Kararın Gerekçe Analizi

Taşınmaz üzerinde aynî hak kazanılması, bu aynî hakkın taşınmaza ait sayfaya tescil edilmesine bağlıdır. Tescil, aynî hakkın kazanılması için kurucu bir unsurdur. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nun 705/1. maddesi şu şekildedir:

Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.”

Kanun’un 1022/1. maddesi ise:

Aynî haklar, kütüğe tescil ile doğar; sıralarını ve tarihlerini tescile göre alır.”

hükmünü ihtiva etmektedir. Bu hüküm kapsamında kurulması tescile bağlı ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanmayacaktır (TMK m. 1021).

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun bu kararının temelini, Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi teşkil etmektedir.

Tapu sicilindeki kayıtlara iyiniyetle dayanarak aynî hak edinen kimsenin bu edinimi korunur. Taşınmaz üzerinde böyle bir hakkın mevcut olmadığı sonradan anlaşılsa veya tapudaki tescilin doğru olmadığı sonradan ortaya çıksa dahi o hak yine de geçerli bir şekilde edinilmiş olur. Bütün bunlar tapu sicilinin açıklık işlevinin gereğidir. Tapu sicili, tapuya kayıtlı olan taşınmazlarda, zilyetliğin taşınırlardaki işlevine benzer bir işlev ifa eder. Bunun içindir ki, iyiniyetli kişiler tapu sicilindeki kayıtların doğruluğunu araştırmak zorunda değildir. Açıklık işlevinin bir başka sonucu daha vardır, o da tapu sicillerinin yıllarca sonra dahi taşınmazlar üzerindeki aynî hakları ispata yarayan en güvenilir kanıt olmasıdır. Örneğin tapu sicilinde malik olarak gözüken kimseden bu hakkın varlığını ispat etmesi istenemez. Tapu sicilindeki tescil, hakkın halen dahi mevcut olduğuna karine oluşturur. İspat yükü bunun aksini iddia edene düşer. Bu ise, ancak tapu sicilinin düzeltilmesi davasının açılması yoluyla olur [4].

Güven ilkesinin amacı, tapu kütüğüne iyiniyetle dayanarak aynî hak kazananları korumak olup, güven ilkesinden ancak tapu siciline dayanarak ayni hak kazanan iyiniyetli üçüncü kişiler yararlanır. Aynî hak kazanmamış olan üçüncü kişilerin güven ilkesiyle korunmasından söz edilemez.

Karar gerekçesinde özellikle şu nokta vurgulanmıştır; arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi geçersiz olsa dahi, bu sözleşmeye dayanılarak yapılan devir işlemleri üçüncü kişilerin iyi niyetiyle çakışıyorsa, bu kişilerin hakkı korunmalıdır.

V. İyiniyetin Tespiti ve İspat Yükü

Kararda üzerinde özellikle durulan bir diğer nokta da “iyi niyet” kavramının nasıl değerlendirileceği ve ispat yükünün kimde olduğudur.

Anılan ilke Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesinde:

"Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.

Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz."

şeklinde genel hüküm olarak düzenlenmiş; tapulu taşınmazların el değiştirmesi hâlinde ise aynı Kanun'un 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde:

"Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur."

hükmű öngörülmüştür. Bu maddeye göre, tapu kaydında adı yazılı kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi mümkün olmayan iyiniyetli üçüncü kişinin iktisabı korunur.

Tapu kaydına dayanarak iktisap edilen haklara ilişkin koruma sadece üçüncü kişiler içindir. Böylece, adına yolsuz tescil bulunan kimse ve külli halefleri için tescilin olumlu hükmü cereyan etmez. Yani tescil, hükümsüz bir hak kazanmayı geçerli hâle getirmez.

Aynı zamanda ilgili koruma sadece sicil kaydına dayanan kazanımlar içindir.

Üçüncü kişi yolsuz kayda dayanarak aynî hak kazanırken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilecek durumda olmamalıdır (TMK m. 3). İyiniyetin ispatı TMK m. 3'teki esaslara tabidir. Fakat:

"Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez."

hükmünü getiren TMK m. 1020'nin son cümlesi, bu konuda özel bir önem taşır. Aranan iyiniyet tescil esnasında, daha doğru bir ifade ile tescil talebinin yevmiye defterine kaydı esnasında mevcut olmalıdır. Tescil esnasında iyiniyetli kişi, kazanıma dayanak olan kaydın yolsuz olduğunu sonradan öğrense, bu öğrenme kazanmasını etkilemez. Üçüncü kişinin iyiniyetle hakkı kazanmasından sonra ondan hak kazanacakların da iyiniyetli olup olmamaları artık önem taşımaz.

Öte yandan TMK'nın "İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı" başlıklı 1024. maddesi:

Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.

Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir."

hükmünü içermekte olup, bu madde ile de iyiniyetli olmayan kimsenin iktisabının korunmayacağına vurgu yapılmıştır.

Ayrıyeten belirtmek gerekir ki eğer taşınmaz özel mülkiyete elverişli değilse, bu taşınmaz tapuya kaydedilmiş olsa bile bu kayda dayanarak mülkiyet kazanılamaz.

Türk Medeni Kanunu’na göre iyi niyet karine olarak kabul edilir (TMK m. 3). Bu nedenle, üçüncü kişinin kötü niyetli olduğunu iddia eden arsa sahibinin, bu iddiasını somut ve ikna edici delillerle ispatlaması gerekir.

Kötüniyetin delillendirilebilmesi adına arsa sahibinin, üçüncü kişinin yüklenicinin maliki olmadığına rağmen taşınmazı ondan satın aldığını, taşınmaz üzerindeki ihtilafı bildiğini veya kolayca öğrenebilecek durumda olduğunu kanıtlaması gerekir.

VI. Sonuç

Bu içtihadı birleştirme kararı, gayrimenkul hukuku ile ilgili pek çok uyuşmazlığın temelinde yatan ana sorunu çözmeye yöneliktir. Karar her ne kadar yerinde ve hakkaniyete uygun görünse de iyiniyetin ispatının güçlüğü ve bu konuda bir kriter geliştirilememiş olması bakımından bazı yönlerden eleştiriye açıktır. İlgili karar, tapu güvenliği ile sözleşme adaleti arasındaki dengeyi iyi niyet kavramı üzerinden kurmaya çalışsa da bu kararın gayrimenkul hukuku ve arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri gibi her somut olayın şahsına münhasır olduğu alanlarda ne kadar uygulanabileceği ancak zaman içerisinde görülebilecektir.

Ayrıca karar, yüklenicilerin kötü niyetli hareketlerini dolaylı biçimde koruyan, istenmeyen bir sonuca da yol açabilecektir. Zira yüklenicinin, sözleşmenin geçersizliğini bilse bile, üçüncü kişilere taşınmazı devrederek üçüncü kişinin korunacak olan iyiniyetinin ardına saklanması ve bu yolla sorumluluktan kurtulmaya çalışması söz konusu olabilecektir.

Her yönüyle değerlendirildiğinde, kararın uygulamadaki sonuçlarının dikkatle izlenmesi gerektiği açıkça söylenebilir.

Stj. Av. Edanur Yılmaz

Kaynakça:                                                                                                                                       

1. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/07/20250718-6.pdf

2. Türk Hukuk Lügatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 669

3. M. Kemal OĞUZMAN, Özer SELİÇİ, Saibe OKTAY ÖZDEMİR, Eşya Hukuku, 17. b., İstanbul: Filiz, 2014, s. 230 vd

4. Jale Akipek, Turgut Akıntürk, Derya Ateş, Eşya Hukuku, Istanbul, 2018, s. 229

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN