İnancı açıklamama
hakkı İHAS’ta açıkça tanınmış bir hak değildir ve bu nedenle bu hakkın
varlığının tanınmasında ve ardından kapsamının belirlenmesinde İHAM’ın içtihadı
belirleyici olmuştur. Türkiye’deki hukuki durum ilk olarak bu noktada İHAS’ın
sisteminden farklılaşmaktadır. Gerek halen yürürlükte olan 1982 Anayasası’nda
m.24’te, gerekse 1961 Anayasası’nda m.19’da, hiç kimsenin inancını açıklamaya
zorlamayacağı, anayasal bir yükümlülük olarak açıkça öngörülmektedir. Ayrıca 1982
Anayasası’nda, olağanüstü yönetim usullerini düzenleyen 15. maddede, inancını
açıklamaya zorlanmama, dokunulmaz nitelikteki çekirdek haklar arasında yer
almaktadır. Ayrıca Türk Ceza Kanunu m.115’te, inancını açıklamaya zorlama bir
suç olarak düzenlenmiştir. Hukuki durumdaki bu açıklığa rağmen Türkiye’de Anayasa
Mahkemesi’nin (AYM) nüfus cüzdanındaki din hanesini anayasaya uygun bulan
kararları hukuki açından farklılık göstermektedir. Nüfus cüzdanında din
hanesinin anayasaya aykırılığı sorunu ilk olarak 1961 Anayasası döneminde
AYM’nin önüne gelmiş, AYM bu kararda konuyu, zorlama kavramı ve ayrımcılık
yasağı açısından ele almıştır. AYM’ye göre; “Bu kural, kimsenin dini
inanç ve kanaatlerini açıklamasına engel değildir. Anayasa’nın izin vermediği
husus zorlamadır. Bu itibarla konuya (zorlama) öğesi açısından bakmak
gerekmektedir. Söz konusu … madde zorlayıcı nitelikte hiç bir hüküm
içermemektedir. Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasa’nın kastettiği anlamda
dinî inanç ve kanaatlerini de değil, sadece dininin ne olduğunu açıklamasına
yol açabilecek bir durum yaratmaktadır ki, bu kuralın zorlayıcı bir niteliği ve
zorlama ile ilişkisi yoktur.” [1] Bu kararda AYM, tüm bu argümanlarını kamu
yararı kavramı ile temellendirmeye çalışmıştır. AYM’ye göre “yurttaşın
kişisel halinin ve onun bir öğesi olan dininin nüfus kayıtlarına doğru ve
düzenli olarak yazılmasında ve yanlışlıkların hâkim kararı ile düzeltilmesinde
kamu yararı bulunmaktadır.” 1982 Anayasası döneminde konu tekrar AYM önüne
gelmiştir. 1995 tarihli karar, ilkinden çok daha kapsamlı bir gerekçeye sahiptir
ve bu nedenle AYM’nin bakış açısını kavramak açısından yol göstericidir. AYM’ye
göre bireyin dini; “ulusun demografik yapısının kamu yararını
ilgilendirmesi nedeniyle “şahsî hal” bilgisi olarak nüfus kütüklerine geçirilmektedir.
Devletin nesnel öğeleri, ülke ve ulusu oluşturan insan topluluğudur. Devletin,
vatandaşlarının özelliklerini bilmesi gerekir. Devleti oluşturan topluluğun
bireylerini ve bunların özelliklerini bilme isteği, kamu düzeni ve kamu yararı
ile ekonomik, siyasal ve sosyal gereklere ve gereksinimlere dayanmaktadır…
Anayasa’nın “Kimse... dinî inancı ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz”
kuralından, kişilerin hangi dine bağlı olduğunun bir bilgi olarak resmî
kayıtlara geçirilemeyeceği anlamı çıkarılamaz. Anayasa’nın izin vermediği husus,
zorlamadır. Zorlama “dinî inanç ve kanaatlerin açıklanması”yla ilgilidir. “Dinî
inanç ve kanaat” kavramını, sadece demografik bir bilgi olarak ya da kişilik
bilgisi olarak aile kütüğüne yazılacak “dinî bilgisi” ile sınırlandırmak
olanaklı değildir. “Dinî inanç ve kanaat” kavramı bir kişinin şu ya da bu
dinden ya da inançtan olmasını kapsayan dar bir kavram olmayıp, din ve inanç
yönünden pek çok hususu bünyesinde barındıran geniş bir kavramdır. Anayasa’nın
24. maddesinde yasaklanan, kişinin dininin öğrenilmesi değil, dinî inanç ve
kanaatlerinin zorla açıklattırılmasıdır”. [2] Mahkeme’nin bu karardaki
gerekçeleri gerek İHAM’ın Sinan Işık kararında ortaya koyduğu ilkelere, gerekse
de 1982 Anayasası’nda cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan özelliklere açıkça
aykırıdır.
AYM’nin nüfus
cüzdanlarında yer alan din hanesi bağlamında tespit etmekten imtina ettiği
hukuka aykırılığı, İHAM inanç özgürlüğünün negatif boyutuna atıfla Sinan Işık
kararında ortaya koymuştur. Fakat İHAM’ın kararından bugüne Türkiye’de bireyleri
inançlarını açıklamaya zorlayan din hanesi uygulamasına son verilmemiş,
uygulamaya konan yeni kimlik kartlarında da değişen tek husus bireylerin
inançlarına dair bilgiye, söz konusu kartların üzerinde yazılı olarak yer
verilmemesi olmuştur. Bu durum, uygulamanın inanç özgürlüğüne aykırılığını
ortadan kaldırmamaktadır, çünkü ihlale neden olan husus bireylerin inançlarının
bir veri olarak kayıt altına alınmasının yöntem ya da biçimi değil, bu süreçte
bireylerin inançlarını açıklamak zorunda bırakılmalarıdır. İHAM’ın yerleşik
içtihadında tekrar tekrar vurgulandığı üzere ve 1982 Anayasası’nın açık
hükümlerinin gereği olarak, bireyleri inançlarını açıklamaya doğrudan zorlayan
uygulamalar hiçbir koşul ve amaca atıfla meşru kılınamaz.
Stj. Av. Emre Muhammed Yılmaz
Kaynakça:
1. AYM, E: 1979/9, K: 1979/44,
27.11.1979
2. AYM, E: 1995/17, K: 1995/16,
21.6.1995