Bir mal veya hizmetin pazarlanması ve
pazarda talep görmesinde en önemli unsur markadır. Zira bir mal veya hizmetin
tercih edilmesindeki yegâne neden, markanın hitap ettiği alıcı kitlesinin
markaya duyduğu güven sonucu, kalite ve özgünlük kontrolü yapmasına gerek
kalmaksızın söz konusu mal veya hizmeti satın alması olabilecektir.
1.
Marka Hakkı
Hukukumuzda markalara ilişkin düzenlemeleri
içeren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu m. 4 uyarınca;
“Marka,
bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından
veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan
korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde
sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller,
renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak
üzere her tür işaretten oluşabilir.”
Marka hakkı, gayri maddi bir varlık
hakkıdır ve sahibine inhisari kullanım ve tasarruf etme yetkisi sağlar. Ayrıca,
bu hakları koruma yetkisini de içerir.
Marka hakkının sahibi belirlenirken, bu
olumlu hakların ve yasaklama yetkilerinin kimin tarafından kullanılacağı da
belirlenmelidir. Ayrıca, muvafakat belgesi verilmesi de bu olumlu haklar
kapsamında değerlendirilebilir.
2.
Marka Hakkının Kazanılması
6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu'nun
7/1. maddesinde, marka korumasının tescil yoluyla sağlanabileceği
belirtilmiştir. Kanun koyucu, genellikle marka korumasının başlaması için
tescil koşulunu öngörmüştür. Bu prensip, literatürde "tescil ilkesi"
olarak nitelendirilmiştir. Ancak, yetkisiz kişiler tarafından marka tescil
edildiğinde, markayı kullanarak tanınmış hale getiren kişi ile sicilde marka
sahibi olarak kaydedilen kişi farklı olabilir.
Bu tür durumlarda, eski 556 sayılı
Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Sınai Mülkiyet Kanunu
kapsamında, sicilde marka sahibi olarak kaydedilen kişiye karşı
kullanılabilecek mekanizmalar öngörülmüştür. Bu durum, Türk marka hukukunda
marka korumasının gerçek hak sahibinin mi yoksa sicilde kaydedilen marka
sahibinin mi korunduğu konusunda doktrinsel tartışmalara sebep olmuştur.
Tekinalp, 556 sayılı KHK’nın, 551
sayılı Markalar Kanunu’ndaki markayı oluşturan kişinin markanın gerçek sahibi
olduğu şeklindeki sistemi değiştirdiğini ve sahiplik konusunda tescile mutlak
sonuçlar bağladığını vurgulamıştır. [1]
Yasaman/Yusufoğlu tarafından, tescilsiz
marka sahibine tescilli markanın hükümsüzlüğünü talep etme hakkı tanıyacak
kadar önemli düzenlemelerin mevcudiyeti karşısında, marka hakkının yalnızca
tescil olgusuna bağlı olduğunu söylemenin mümkün olmadığı, marka üzerindeki
hakkın kullanım yoluyla doğduğu ifade edilmiştir. [2]
556 sayılı mülga KHK ile tescil sistemi
öngörülmesine rağmen, buna körü körüne bağlı kalınmadığını, tescilsiz marka
sahibine tanınan bir başka kişinin tescil başvurusuna itiraz hakkı ve markanın
başkası tarafından tescili halinde hükümsüzlük davası açma hakkı göz önünde
bulundurulduğunda ilk kullanma sistemi ile yumuşatılmış tescil sisteminin
benimsendiğini belirtmiştir. [3]
11. Hukuk Dairesi, 19.04.2004 tarihli
kararında, gerçek hak sahipliği ilkesini tanımlamıştır. Bu karara göre, gerçek
hak sahibi, markayı oluşturan, kullanan ve piyasada tanınır hale getiren
kişidir. Ayrıca böyle bir durumda, markanın tescilinin sadece açıklayıcı bir etkiye
sahip olduğu ve marka hakkının tescilden önce doğduğu belirtilmiştir. Aynı
kararda 11. Hukuk Dairesi, bir markayı oluşturup kullanmadan, sadece seçip
tescil ettiren bir kişinin tescilinin kurucu bir etkiye sahip olduğunu ifade
etmiştir. Gerçek hak sahibi tarafından dava açılarak ilgili marka tescil
ettirilinceye kadar hak sahipliğinin devam edeceği vurgulanmıştır.
Yargıtay'ın vurguladığı gibi, marka hak
sahibi, markanın ilk kez kullanılacağı durumda tescil eden kişi olarak kabul
edilmelidir. Eğer işaret daha önce bir başkası tarafından ticaret sırasında
kullanılmış ve bu yolla hak elde edilmişse, tescil içeriği ile gerçek hak
sahipliği bilgileri örtüşmeyebilir. Tescil, sahibi lehine formel bir hak sağlar
ve dolayısıyla formel bir yetkilendirme niteliğindedir. Bu tür durumlarda,
sicilde hak sahibi olarak görünen kişi, bu tescilden doğan hak ve yetkilerini
ancak gerçek hak sahibi, tescilsiz markadan kaynaklanan hak ve yetkilerini
ileri sürdüğünde kullanabilecektir.
3. Hak
Sahipliği
Türk mevzuatında, marka tescilinden
kaynaklı marka sahibine tanınan haklar, SMK’nın muhtelif hükümlerinde
düzenlenmiştir. Kanun’un “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı ve
istisnaları” başlıklı 7. maddesinin 2. fıkrasında;
“Marka
tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir.”
düzenlemesi yer almaktadır. Bu
düzenlemeden sonra, marka sahibinin 3. kişilere karşı kullanabileceği yetkilere
yer verilmiştir. SMK m. 7/2 uyarınca, marka sahibi;
“a)
Tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin, tescil kapsamına giren mal
veya hizmetlerde kullanılması,
b)
Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal
veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle
halk tarafından tescilli marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil
karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması,
c)
Aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde olmasına bakılmaksızın, tescilli
marka ile aynı veya benzer olan ve Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi
nedeniyle markanın itibarından haksız bir yarar elde edecek veya itibarına
zarar verecek veya ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir
işaretin haklı bir sebep olmaksızın kullanılması.”
hallerinde, bu fiillerin önlenmesini
talep etme yetkisini haizdir.
4.
Marka Tescilinde Teklik İlkesi
Tescilde mutlak ret nedenlerine ilişkin
SMK m. 5. maddenin 1. fıkrası (ç) bendinde;
“Aynı
veya aynı türdeki mal veya hizmetlerle ilgili olarak tescil edilmiş ya da daha
önceki tarihte tescil başvurusu yapılmış marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek
kadar benzer işaretler”
sayılmıştır. Bunun sonucunda, bir
işaretin, aynı veya aynı tür mal/hizmette ancak bir kez marka olarak tescilinin
gerçekleştirilebileceği ilke olarak belirtilmiştir. Bu ilke, “marka sahibinin
tekliği” ilkesi olarak nitelendirilmiştir.
İşbu ilke, Yargıtay kararlarında da
sıklıkla yer almakla birlikte Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 04.05.2007 tarihli
ve E. 2006/3703 K. 2007/6881 sayılı kararında;
“İstisnai
haller dışında, marka tescilinde öncelik ve teklik ilkesi, 556 sayılı KHK’dan
kaynaklanmaktadır ve kamu düzeni ile doğrudan ilgilidir.”
şeklinde belirtilerek söz konusu
ilkenin kamu düzeni ile ilgisi üzerinde durulmuştur.
Benzer olarak 2004 tarihli Quartz, 2006
tarihli J-Motion ve 2007 tarihli Sun Pet kararlarında da Yargıtay tarafından bu
ilkeye dayanılmış olup bahsedilen işbu Yargıtay uygulaması hali hazırda devam
etmektedir.
Marka tescilindeki teklik ilkesi, bir
markanın veya onunla iltibas derecesinde benzer olan bir işaretin aynı veya
aynı türdeki mal veya hizmetlerle ilgili olarak birden fazla kişi adına tescil
edilemeyeceğini ifade eder.
Bu ilkeye göre, genellikle aynı veya
aynı türdeki mal ve hizmetler için bir marka bir kez tescil edilebilir. Bununla
birlikte, kanımıza göre, marka tescilindeki teklik ilkesi, Ülkesellik ilkesi
ile birleştirildiğinde anlam kazanacaktır.
Ülkesellik ilkesine göre, bir marka
hangi ülkede tescil edilirse, o ülkede koruma sağlanır. Eğer aynı işaret birçok
ülkede, o ülkelerin ulusal hukukuna göre tescil edilirse, o ülkelerin hâkimiyet
sınırları içinde marka hakkı doğar. Bu nedenle, marka tescilindeki teklik
ilkesine göre, Türkiye'de tescil edilen bir marka, Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içinde koruma sağlayacaktır.
Marka tescilinde teklik ilkesi, mülga
KHK m. 7/1-b’nin Anayasa’ya aykırılığı iddiası ile Ankara 3. Fikri ve Sınai
Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması sonucu36,
Anayasa Mahkemesi kararlarında da yer almıştır. Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar
Hukuk Mahkemesi, KHK m. 7/1-b’nin yalnızca marka tescilinde teklik ilkesi
çerçevesinde aynı işaretin aynı mal veya hizmette tek bir kişiye marka olarak
verilebilmesi amacını aştığını, zira “ayırt
edilemeyecek kadar benzer” işaretlerin de ret nedeni kapsamında olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, ayırt edilemeyecek derecede benzerlik incelemesinin, inceleme
yapan kişinin sübjektif değerlendirmesine göre farklılık göstermesi sonucu,
hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edeceğini ileri sürmüştür. Anayasa
Mahkemesi;
“Markanın
tekliği, ayırt ediciliği, taklit edilememe ve belli ölçüde garanti sunma işlevine
sahip olabilmesi üçüncü kişilerin markadan bekledikleri temel özelliklerdir.
Dava konusu kural bu özellikleri temin etmesinin yanı sıra, kişiler adına daha
önceden tescil edilmiş markaların taklit edilmesinin, tescilli marka ile aynı
olan ya da karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılmasının
ve tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya
tescilli markanın itibarına zarar verecek veya tescilli markanın ayırt edici
karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılmasının
önlenmesi amacıyla tesis edilmiştir. Söz konusu güvencelere aykırılık teşkil
eden durumlarda yargı yerlerince gerekli denetimler yapılabilecek olup olası
hak kaybı halinde de mahkemeler kuralda yer alan unsurlar çerçevesinde davaları
çözümleyecektir. Dolayısıyla aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetle ilgili
olarak tescil edilmiş veya daha önce tescil için başvurusu yapılmış bir marka
ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olan markaların kamu otoritesince
tescil edilmemesini öngören kural, hem daha önce kendisi adına tescil işlemi
yapan marka sahiplerinin mülkiyet hakkını hem de markaya güvenerek iş ve işlem
yapacak üçüncü kişileri korumaya yöneliktir.”
şeklinde ifade ederek Anayasa m. 2
bakımından bir aykırılık olmadığını belirtmiştir. [4]
İşbu kararlar ve doktrin tartışmaları
doğrultusunda; marka tescilinde teklik ilkesinin, kamu düzeninin bir gereği
olduğu vurgulanmıştır. Aynı markanın farklı tescillerle birden fazla kişi
tarafından kullanılması, halkı yanıltabilir ve aldatıcı olabilir. Kanun koyucu,
bu ilkeyi benimseyerek markanın kökeni ayırt etme işlevini korumayı ve
hedeflenen alıcı kitlesinin marka ve/veya marka sahibi hakkında yanılgıya
düşmesini engellemeyi amaçlamıştır.
Türk marka mevzuatındaki teklik
ilkesine ilişkin kanun maddesi, " Aynı veya aynı türdeki mal veya
hizmetlerle ilgili olarak tescil edilmiş ya da daha önceki tarihte tescil
başvurusu yapılmış marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer
işaretler"in tescilini
mutlak ret nedeni olarak düzenleyen SMK m. 5/1-ç hükmü olacaktır.
Marka tescilinde teklik ilkesi, mutlak
ret nedenleri durumunda iki ana kısımda daha genişlemektedir. Birincisi, tescil
edilen işaretin aynısı olmamakla birlikte ayırt edilemeyecek kadar benzeri olan
işaretlerin de SMK m. 5/1-ç gereğince tescil edilemeyeceğidir. İkinci olarak,
marka tescilinde teklik ilkesi sadece markanın temsil ettiği mal/hizmet
açısından değil; aynı türdeki mal/hizmetler açısından da uygulanmasıdır.
5.
Marka Tescilinde Teklik İlkesine Getirilen İstisnalar
Marka tescilinde teklik ilkesinin katı
bir şekilde uygulanması, tarafların kendi istekleriyle markayı ortak
kullanmaları gibi durumlarda istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Bu ve bunun
gibi durumların önüne geçmek için kanun koyucu, marka tescilinde teklik
ilkesine istisnalar getirmiş bulunmaktadır. Bu istisnaların uygulandığı
durumlarda, markanın sahibine tanınan hak ve yetkilerin "inhisari"
olması durumu da ayrıcalık olarak kabul edilmiştir.
Marka tescilinde teklik ilkesine
istisnalar getirildiğinde, aslında hukuki olarak istenmeyen bir durum olan
"mükerrer tescil" ortaya çıkabilir; yani aynı markanın aynı
mal/hizmet için iki farklı kişi tarafından tescil edilmesi durumu.
Bu durumda, kamu düzenine aykırılık
olasılığı göz önünde bulundurularak, marka tescilinde teklik ilkesine
istisnaların nasıl düzenleneceği ve sınırlarının hangi şekilde belirleneceği,
kanun koyucu tarafından açık ve belirgin bir şekilde çizilmesi hukuka uygun
olacaktır.
Sessiz kalma sebebiyle hak kaybı marka
tescilinde teklik ilkesinin istisnalarından biridir. Önceki hak sahibinin,
belli bir davranışta bulunması gerekirken sessiz kalması sonucu, markayı
iyiniyetli bir şekilde daha sonradan tescil ettiren kişiye karşı hükümsüzlük
davası açma hakkını veya sonraki tarihli markanın kullanımını menetme hakkını
kaybetmesi durumunda sessiz kalma sebebiyle hak kaybı durumu oluşması
mümkündür.
Marka tescilinde teklik ilkesine
getirilen istisnaların bir diğeri ise marka sahibinin muvafakat belgesi tahsis
etmesi yoluyla aynı ya da ayırt edilemeyecek kadar benzer markanın, aynı ya da
aynı tür mal/hizmette başkası tarafından tescili oluşturmaktadır.
6.
Marka Sahibinin Muvafakati
Öncelikle muvafakat kavramını
incelememiz gerekir ise söz konusu makalemizde bahsi geçen kanunlar nezdinde
işbu kavramın kullanımı; 6769 sayılı SMK’da ve
2015/2436 sayılı AB Marka Direktifi’nin nispi ret nedenlerini düzenleyen
5. maddesinin 5. fıkrasında da önceki tarihli marka ya da diğer hak sahibi
tarafından sonraki tarihli marka başvurusuna muvafakat edilmesinden
bahsedilmesinden ibarettir.
Somut hukuki durumdaki “muvafakat”,
marka sahibi tarafından verilen bir “izin” olarak tanımlanmaktadır.
Dural, düzenlemenin “grup” markaları
için getirildiğine dair değerlendirmelerin Alman hukukunda muvafakatin şirketlerde
işe yarayacağına dair kanaatten kaynaklandığını, ancak yabancı hukukta grup
şirketlerinde muvafakat tesis edilerek yavru şirket tarafından markanın
kullanılması durumuna fazla rastlanmadığını belirtmiştir. Yazar, ilgili
düzenlemeye asıl ihtiyaç duyulan durumu, iki ortaklı şirketlerde ortaklardan
biri tarafından markanın kendi adına tescil edildiği hallerde, diğer ortağın
şirketten ayrılmak istediğinde yıllarca emek vererek itibarlı hale getirdiği
markayı küçük değişikliklerle kendi adına da tescil ettirmek istemesi olarak
değerlendirmektedir. Bu hallerde, taraflar arasında markanın tescili yönünde
anlaşma olmasına karşın, muvafakate ilişkin düzenleme öncesinde TÜRKPATENT tarafından
tescil başvurusunun resen reddi söz konusuyken, SMK m. 5/3 düzenlemesi ile
artık tescilin mümkün hale geldiğini belirtmektedir. [5]
Tekinalp ise, bir ticari işletmeyi ya
da ortaklığı kuran kişi/kişilerin tescil ettirerek tanınmış hale getirdiği
markanın, daha sonrasında varislerden biri tarafından tescil ettirilmesi
nedeniyle diğer varislerle yaşanan uyuşmazlıklara çare olması amacıyla
düzenlemenin getirildiğini belirtmiştir. [6]
6. a.
Muvafakat Formu
Muvafakat belgesi, önceki marka
sahibinin daha sonraki bir tarihte, kendi markasının aynısı veya ayırt
edilemeyecek kadar benzeri bir markanın kullanımına izin verdiğini açıkça
gösteren belgedir. Bu durumda, hukuki sonucun, önceki marka sahibinin bu
belgeyi düzenlemesiyle ortaya çıkıp çıkmadığı değerlendirilmelidir. Elde
edilmek istenen hukuki sonuç, sadece markanın tesciline muvafakat edildiğini
belgeleyen iradenin ortaya konulması olduğundan, belgenin önceki tarihli marka
sahibi tarafından düzenlenmiş olması yeterli olacaktır.
Muvafakat belgesi, önceki marka
sahibinin tek taraflı, TÜRKPATENT’e varması gereken bir irade beyanıdır.
Bununla birlikte, önceki tarihli marka sahibi ile sonraki tescil başvurusu
sahibi arasında ayrıca bir anlaşmanın da akdedilebileceği kabul edilmelidir.
Zira muvafakat belgesi, markayı tescil ettirmek isteyen kişinin muvafakat
talebinde bulunarak markayı tescil ettirip kullanma yönünde izin istediğini,
marka sahibi tarafından da muvafakat talebinde bulunanın markayı tescil
ettirmesine izin verildiğini kanıtlar niteliktedir.
Muvafakat belgesini düzenleme yetkisini
haiz olan kişi, SMK m. 5/3 uyarınca “önceki
marka sahibi”dir. Buna karşın, Uygulama Yönetmeliği m. 10/1-c’de
“Muvafakat
veren başvuru veya marka sahibi veya sahiplerinin kimlik ve iletişim bilgileri
ile muvafakate konu önceki tarihli başvuru veya markalara ait başvuru veya
tescil numaraları”
muvafakat belgesinde yer alması gerekli
unsurlar arasında sayılmıştır.
Hükmün lafzına bakıldığında muvafakat
veren kişi hem marka sahibi hem de başvuran kişi olabilecektir.
Buna ek olarak Avrupa Birliği marka
hukukuna göre, marka hakkı dışında kalan diğer fikri ve sınai mülkiyet
haklarına sahip olan bireylerin izniyle de muvafakat sağlanabilir. Örneğin;
tanınmış bir şahsın adı kullanılarak bir marka oluşturulup tescil ettirilmek
istendiğinde, bu kişiden onay alınarak marka tescili gerçekleştirilebilir.
Bizde ise bu yetki, marka veya marka başvurusu sahibinin izniyle sınırlıdır.
Bazı hallerde Muvafakat verenin birden
fazla kişi olması durumu söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda aynı markanın,
sicilde birden fazla hak sahibi adına ayrı ayrı tescilli olması durumu birinci
ihtimaldir. Bu ihtimal kapsamında, ortak markanın söz konusu olduğu hallerde
muvafakat talep edilip edilemeyeceği tartışılmalıdır. Ortak marka, SMK m. 32/3
uyarınca bir gruptaki işletmeler tarafından kullanılması gündeme gelmektedir.
Aynı markanın sicilde birden fazla hak
sahibi adına ayrı ayrı tescilli olması kapsamında değerlendirilmesi gereken bir
diğer durum ise, marka sahibinin muvafakat belgesi tahsis etmesi üzerine,
markanın bir başkası adına daha tescil edilmiş olması halidir.
İşbu muvafakat için gerekli olan ilk
adım Muvafakat formudur. Taraflar işbu formu, marka tescil başvurusu ile
birlikte sunulabilmektedir Aynı zamanda karara itiraz dosyasıyla birlikte de
Kuruma sunumu sağlanabilmektedir.
Şöyle ki, tescilli olan bir markanın
birebiri veya ayırt edilmeyecek kadar benzeri için aynı veya aynı türdeki mal
veya hizmetler kapsamında başvuru yapılması halinde, bahse konu başvuruyla
birlikte önceki tarihli marka sahibi arasında düzenlenen noter onaylı muvafakat
Kuruma sunulabilecektir. Başvuruyla birlikte muvafakat sunulması halinde,
sonraki başvuru, önceki tescilli olan markadan dolayı “mutlak ret
nedenleri” kapsamında SMK’nin 5/1(ç) gereğince ret kararı
verilmeyecek, Kurum tarafından yapılacak olan re’sen inceleme devamında uygun
olması halinde Kurum tarafından tescil işlemi gerçekleştirilecektir.
Bir diğer halde ise önceki tarihli bir
markanın varlığı halinde aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olan bir
başvurunun söz konusu olduğunda, muvafakat formunun sunulmaması ve söz konusu
başvuruya ilişkin Kurum tarafından SMK’nin 5/1(ç) gereğince ret kararı
verilmesi halinde, karara itiraz dilekçesi veya Kurum tarafından karara itiraz
dilekçesi ile ilgili karar verilinceye kadar sunulması mümkün olacaktır.
Bu durum SMK’nin Uygulanmasına Dair
Yönetmeliği’nin 10/3 fıkrasında,
“Muvafakat formu, başvuru formu ile
birlikte veya karara itiraz halinde itiraz hakkında karar verilene kadar Kuruma
sunulabilir. Muvafakat talebi olmasına rağmen muvafakat formunun Kuruma
sunulmaması halinde herhangi bir eksiklik bildiriminde bulunulmaz ve talep
yapılmamış sayılır.”
şeklinde açıkça belirtilmiştir.
6. b.
6769 sayılı SMK’nin Uygulanmasına Dair Yönetmeliğine Göre Muvafakat Formunda
Bulunması Gerekenler
Yukarıda detaylıca açıkladığımız üzere,
Marka tescil işlemlerinin usuli işlemi sayılan “muvafakat formu”,
tescilli veya başvurusu yapılmış önceki tarihli marka sahibinin, markasıyla
aynı ya da ayırt edilemeyecek kadar benzerinin aynı veya aynı türdeki mal veya
hizmetler kapsamında, sonraki tarihli bir marka başvurusuna onay verdiğini
gösteren bir belge türüdür. Muvafakat formunun hukuken geçerli olması ve Kurum
tarafından dikkate alınabilmesi için noter onaylı olması gerekmektedir. Önceki
hak sahiplerinin sonraki tarihli bir başvuruya muvafakat etmesine ilişkin
kurallar Uygulama Yönetmeliğinin 10.maddesi hükmünde açıkça belirtilmiştir.
Şöyle ki;
“1. Muvafakat verilen başvuru sahibi
veya sahiplerinin kimlik ve iletişim bilgileri.
2. Muvafakat formunun başvuru
aşamasında sunulması halinde muvafakata konu marka örneği; karara itiraz
aşamasında sunulması halinde muvafakata konu başvuru numarası.
3. Muvafakat veren başvuru veya
marka sahibi veya sahiplerinin kimlik ve iletişim bilgileri ile muvafakata konu
önceki tarihli başvuru veya markalara ait başvuru veya tescil numaraları.
4. Muvafakat verilen mal veya
hizmetler ile bunların sınıf numaraları.
5. Muvafakat formu başvuru
veya marka sahibi adına vekil tarafından imzalanmış ise muvafakat yetkisini
içeren noter onaylı vekâletname veya söz konusu vekaletnamenin noter onaylı
örneği.”
Bahse konu madde ile muvafakatin
gerçekleşmesine ilişkin ilgili tüm bilgiler toplu bir şekilde ele alınmıştır.
İşbu hususlardan herhangi birinin eksik olması halinde işbu eksikliğin giderilmesi
için Kurum tarafından başvuru sahibine işbu kararın tebliğinden itibaren iki
aylık bir süre tanınmaktadır. İşbu süre içinde söz konusu eksikliğin
giderilmemesi halinde başvuru hiç yapılmamış sayılacaktır.
7.
Marka Kullanımının Süresi
Muvafakat belgesi herhangi bir süreye
bağlı olarak düzenlenmiş olması hukuka aykırı ve mümkün değildir. Buna ek
olarak, tescili istenen markanın koruma süresi devamlılığını sürdürdükçe ve
yenilendikçe tescil varlığını devam ettirecektir.
İşbu kullanım süresine ilişkin en
önemli tartışmalardan biri; taraflar arasında akdedilen sözleşmenin nispi ret
nedenlerine dayalı olacak şekilde itirazdan feragat edilerek markanın tescil
ettirilmesine yönelik olması halinde, sonraki tarihli markanın sözleşme
süresinin dolmasına ilişkindir.
Eğer sonraki tarihli marka, tüketiciler
nezdinde ayırt edicilik kazanmış ve önceki tarihli marka ile karıştırılma
tehlikesi arz etmiyor ise artık SMK m. 6/1 koşulları söz konusu olmayacaktır.
Böylece hükümsüzlük talep edilmesi de mümkün değildir. Ancak sözleşme süresinin
sonunda sonraki tarihli marka birlikte var olma sözleşmesindeki sınırlamalar
olmaksızın kullanıldığında önceki tarihli markadan ayırt edilemiyorsa SMK m.
25/1 doğrultusunda hükümsüzlüğe karar verilmesi mümkün olacaktır.
8.
Marka Sahibinin Rızasını Geri Alması Halleri
SMK Uygulama Yönetmeliği m. 10/5 hükmü
uyarınca,
“Muvafakat,
kayıtsız ve şartsız olmalıdır. Muvafakatname Kuruma sunulduktan sonra, verilen
muvafakat geri alınamaz.”
Şeklinde karar kurulmuş olup işbu hüküm
gereğince, Kurum’a sunulduktan sonra muvafakat belgesi geri alınamayacaktır.
Muvafakat belgesi ile tescilin
gerçekleştirilmesine dair 19.09.2013 tarihli ABAD kararına konu olan olayda,
Martin Y Paz, Nathan markasının sahibi olup Mr. Depudty’nin şirketi Gauquie’nin
markayı kullanımına çanta ve ayakkabı alanında rıza göstermiştir. Sonrasında
ise taraflar arası ilişkiler bozularak Martin Y Paz tarafından Mr. Depudty’nin
şirketine marka hakkına tecavüz davası açılmıştır. ABAD önüne ön karar
prosedürü ile gelen davada, markanın kaynak gösterme işlevi zarar görürse ya da
görme tehlikesi altında bulunursa marka sahibinin markadan doğan haklarını
-daha önce rıza göstermiş olsa da- ileri sürmesinin mümkün olduğunu, karşı tarafça
rızasını geri alan marka sahibine dava açılmak yoluyla zararlarının
karşılanabileceği vurgulanmıştır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken
hususun Uygulama Yönetmeliği’nde yer alan Muvafakatin geri alınamayacağına
ilişkin düzenlemenin varlığı uygulamada sorunlara yol açabilecek olup yukarıda
verilen örnek bunun bir yansımasıdır.
Nitekim önceki tarihli marka sahibinin
markanın tesciline onay vermesinden sonra artık markasının her şekilde
kullanımına izin vermiş olduğu düşüncesi önceki tarihli marka sahibinin
haklarını oldukça kısıtlar türdendir.
Örneklendirmek gerekirse, markanın
tescil edilmesine ilişkin rıza alan taraf markanın kullanımı esnasında markanın
itibarını zedeleyecek bir takım durum ve işlemlerde bulunabilir. Bu gibi
hallerde dahi rızanın geri alınamaması işbu muvafakat kurumunu önceki tarihli
marka sahipleri için oldukça tehlikeli bir hale sokmaktadır.
Öğretide, markayı tescil ettiren kişinin
markayı hukuka ve hakkaniyete aykırı bir şekilde kullanımının gerçekleşmesi
halinde, muvafakat eden tarafından, işbu hukuka aykırı eylemler doğrultusunda
markaya tecavüz davası açılabileceği görülmektedir. İşbu dava ile önceki
tarihli marka sahibinin markanın kullanımına ilişkin vermiş olduğu rıza ortadan
kaldırılacaktır.
Bahse konu markaya tecavüz davasının
hukuki temeli SMK m. 29/1-a maddesi kapsamında geçen;
“a)
Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7’nci maddede belirtilen biçimlerde
kullanmak.”
Fiillerinin gerçekleşmesine
dayandırılabilecektir. [7]
Önceki tarihli marka sahibinin
muvafakat ettiği sonraki tarihli markayı taşıyan ürünler ya da o marka altında
sunulan hizmetin kalitesinin düşük olması halinde, önceki tarihli marka
sahibinin itibarı ve marka değeri olumsuz etkilenmesine ilişkin tecavüz davası
açabilmesi veya zararın tazmini talebinde bulunulmasına ilişkin görüşlerimizi
destekleyen yabancılar hukukuna dair içtihatlar bulunmaktadır.
SONUÇ
Sınai Mülkiyet Kanunu m. 5/3’te
belirtilen
“Bir
marka başvurusu, önceki marka sahibinin başvurunun tesciline açıkça muvafakat
ettiğini gösteren noter onaylı belgenin Kuruma sunulması hâlinde birinci
fıkranın (ç) bendine göre reddedilemez. Muvafakatnameye ilişkin usul ve esaslar
yönetmelikle belirlenir.”
Maddesi ile markanın bir başka üçüncü
kişi tarafından tescilini sağlamak adına “muvafakatname”
düzenlemesi öngörülmüştür.
Mübrez kanun maddesi ile, marka
başvurusu, önceki tarihli marka sahibinin başvurunun tesciline açıkça muvafakat
ettiğini gösteren noter onaylı belgenin Kurum’a sunulması ile SMK m. 5/1-ç
bendine göre tescili uygun hale getirilmiştir.
İşbu madde ile kanunda mutlak ret
nedeninin olarak sayılan bir hususun bertaraf edilebilmesine olanak sağlanmış
ve marka tescilinde teklik ilkesine istisna getirilmiştir.
Muvafakat belgesinin içermesi gereken
unsurlar, Uygulama Yönetmeliği’nin 10. maddesinde ayrıntılı bir şekilde ele
alınmıştır. Bu şekilde tescil kapsamındaki mal/hizmetlerin bir kısmının
tesciline yönelik imkan sağlanmıştır.
Bu doğrultuda önceki marka sahibi tarafından gerçekleştirilebilen tüm hukuki işlemlerin, sonradan muvafakat ile marka tesciline sahip olan kişi tarafından muvafakati ile markanın inhisari olarak yetkiliymişçesine iş ve işlemlerini yerine getirmesini ve markanın kullanılmasını sağlanmaktadır.
Av. Esra Nur
Kaya
Kaynakça:
1.
TEKİNALP, Ünal, (1997), Yeni Marka Hukukunda Tescil İlkesi ve Tescilsiz
İşaretlerin Hukuki Durumu, Ankara: Beta. s. 382.
2.
YASAMAN, H./ALTAY, A. S./AYOĞLU, T./YUSUFOĞLU, F./YÜKSEL, S.: Marka Hukuku 556
Sayılı KHK Şerhi, C. 1, İstanbul 2004, s. 4.
3.
ARKAN, Sabih: Marka Hukuku, C. 1, Ankara 1997, Yetkin hukuk Yayınları, s. 129.
4.
AYM, T. 23.13.2015, E. 2015/15 K. 2015/118, RG, T. 07.01.2016, S. 29586.
5.
DURAL, H. A.: “Sınai Mülkiyet Kanunu m. 5/3 Düzenlemesi (Coexistence)”, Sınai
Mülkiyet Kanunu’nun Bir Yıllık Uygulaması, İstanbul Barosu Sempozyumu,
27.04.2018, https://www.youtube.com/watch?v=28cctjJiXXM.
6.
TEKİNALP, Ünal: “Sınai Mülkiyet Kanunu’nun Öne Çıkan Yenilikleri”, 6769 sayılı
Sınai Mülkiyet Kanunu Sempozyumu 9-10 Mart 2017 (Editör: Prof. Dr. Feyzan Hayal
ŞEHİRALİ ÇELİK), BTHAE, 2017, s. 18.
7.
GÜN, Buket s. 164. Marka Hukukunda Birlikte Var Olma, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul
2019.