Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

6769 SAYILI SINAİ MÜLKİYET KANUNU'NDA TESCİLLİ HAKKIN İLERİ SÜRÜLEMEMESİ

6769 SAYILI SINAİ MÜLKİYET KANUNU'NDA TESCİLLİ HAKKIN İLERİ SÜRÜLEMEMESİ

Sınai mülkiyete dayalı haklar, tescile bağlı haklardandır. Tescilin gerçekleşmesiyle birlikte, hak sahibi, bir takım hukuki korumalardan faydalanır.  10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren  6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile 155. madde de uygulanırlık kazanmıştır.   

Fikri mülkiyet haklarının ortak ilkelerinden tescil ilkesi, bir buluşun mutlaka tescil edilmek için yapılan başvuru ile koruma altına alınması gerektiği ve gayri maddi mal olarak nitelendirilmesi ya da hukuki niteleme ile sınırlı ayni hak olarak hak sahibi tarafından üçüncü kişilere dermeyan edilebilecek şekilde koruma altına alınmasıdır.  Türk hukukunda sınai haklar bakımından tescil ilkesi kabul edilmiştir. Dolayısıyla sınai haklar yönünden bir hakkın elde edilmesi için, marka, tasarım, buluşun kural olarak Türk Patent ve Marka Kurumu’na tescil edilmesi gerekmektedir.

SMK m.155; “Marka, patent veya tasarım hakkı sahibi, kendi hakkından daha önceki rüçhan veya başvuru tarihine sahip hak sahiplerinin açmış olduğu tecavüz davasında, sahip olduğu sınai mülkiyet hakkını savunma gerekçesi olarak ileri süremez.” hükmünü haizdir. Benzer bir hüküm mülga 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’nin 78. maddesinde yer almaktaydı. İlgili madde “Patent sahibi patentini kendi patentinden daha önceki rüçhan tarihine sahip olan patent sahiplerinin açmış olduğu patente tecavüz davasında bir savunma gerekçesi olarak ileri süremez.” şeklinde kendini göstermekteydi. 551 sayılı KHK’’nın 78.maddesinde yer alan  bu düzenlemeye ne 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de ne de 554 Sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de yer verilmiştir.  

6769 sayılı SMK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, yukarıda bahsedilen, tescilli hakkın kullanılmasının tecavüz oluşturmayacağı yönündeki prensibin varlığı da sona ermiştir. Söz konusu madde ile birlikte tescilli bir hakkın, bir davada davalı lehine bir sonuç doğurmayacağı hüküm altına alınmıştır. Bir başka deyişle, bahse konu madde hükmü ile sonraki tarihli tescil hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmemiştir. 

 Uygulamada ise yerel mahkemelerin bu madde ile, tescilli bir hak yokmuş gibi yargılama yapması ve şartları mevcut ise tescilli markanın kullanılmaması yönünde ihtiyati tedbir verebilmeleri mümkün olmaktadır.    

Maddenin gerekçesine bakıldığında “Madde, sınai mülkiyet haklarına ilişkin yürürlükteki Kanun Hükmünde Kararnamelerden yalnız 551 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede bulunan bir maddedir. Doktrindeki görüşler ve yargı kararlan ışığında, anılan düzenlemenin markalar ve tasarımlar için de uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Maddeyle, başkasının sınai mülkiyet hakkına tecavüz ettikleri tespit edilen kişilerin, o sınai mülkiyet hakkından daha sonraki bir tarihte kendi adlarına yapılan tescile dayanmalarının önü kapatılmıştır. Sonraki tarihli tescil, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmemiştir. Böylece aradaki kullanımların şartları gerçekleşmişse hakka tecavüz oluşturacağı ve her ne kadar davalı taraf adına tescil mevcut olsa da bu dönemdeki kullanım için de şartları varsa tazminat sorumluluğunun doğacağı kabul edilmiştir.” olduğu görülmektedir.  

Mülga KHK’lar dönemindeki yerleşik yüksek yargı içtihatlarında da, önceki tarihli tescilli bir hakka iltibas ve tecavüz yaratıp yaratmadığına bakılmaksızın, tescilli bir hakkın kullanımının hukuka uygun olduğu, tescile dayalı hakkın hukuken ortadan kalkmadığı sürece, bu süreçteki kullanımının da tecavüz oluşturmadığı kabul edilmiştir. Bir diğer deyişle, Yargıtay’ın SMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten önceki kararları hakkın tescil ile sağlandığı ve tescilin mutlaka korunmasına yönelik olduğu, bu durumda öncelikle bir hükümsüzlük davasının açılmasının gerektiği, hükümsüzlük davası sonuçlandıktan sonra bir kullanım mevcut ise tecavüzden bahsedilmesi söz konusu olmaktaydı. Ancak Yargıtay’ın bu görüşü SMK yürürlüğe girmeden önce de yumuşamaya başlamış, kararlarında kötü niyeti değerlendirmeye aldığı, tescil kötü niyetli ise bu tescilin hukuki koruma sağlamayacağı yönünde görüşünü değiştirmeye başladığı görülmüştür. Ancak SMK’nın 155. maddesinde kötü niyet şartı yer almamaktadır. Dolayısıyla iyi niyetli sonraki tescil sahiplerinin de tescil haklarına dayanamayacakları gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Uygulamada ise hangi durumlarda 155. maddeye dayanılabileceği, maddenin şartları, madde kapsamında kötü niyet şartı aranmazken mahkemelerin  kötü niyetin varlığını araştırmasının gerekip gerekmeyeceği sorularıyla karşılaşılmaktadır.  

Kanun maddesine bakıldığında, önceki ve sonraki olmak üzere iki tescilin ve ayrıca açılmış bir tecavüz davasının mevcudiyetinin arandığı görülmektedir. Yine madde metninde rüçhan hakkı sahiplerinden de bahsedilmekle sadece tescilin zorunlu tutulmadığı da görülmektedir. Dolayısıyla bir öncelik hakkı da mahkemelerce dikkate alınabilecektir. Bunun yanı sıra herhangi bir hükümsüzlük davasının açılması zorunu değildir.  

Rüçhan hakkının ne şekilde değerlendirilmesi gerektiği de bir başka tartışma konusu olarak ortaya çıkabilecektir. Rüçhana dayalı olan koruma tarihi geri gidebilmekle birlikte, tescil tarihi daha ileri tarihli olabilir. Madde hükmü açık olmayıp hususla ilgili sorunların ne şekilde çözüleceği mahkeme uygulamaları ve yüksek yargı içtihatları ile görülecektir.  

Bir diğer ortaya çıkabilecek sorun ise, yabancı markaların Türkiye’de tescilidir. Nitekim geçmişte yabancı firmalara ait markaların, ülkemizdeki özel/tüzel kişiler tarafından tescil edilmiş, bu markaların Türkiye’de tescillerinde çeşitli problemlerle karşılaştıkları görülmüştür. Söz konusu madde ile yabancı firmanın Türkiye’de piyasaya girmesine çözüm getirmekten ziyade zorlaştıracağını söylemek mümkündür.

Madde metnine baktığımızda, hükmün uygulanabilmesi için bir hükümsüzlük davası söz konusu olmadığı görülmektedir.  Hüküm, tescil hakkı sahibi olan davalı için temel oluşturacak olan “tescile dayalı hakkın kullanımı” savunmasını engelleyici niteliktedir. 

Uygulamada ise tescile güvenerek işlem yapan tarafın iyi niyetinin araştırılması gerektiği öne sürülmektedir. İyi niyetli olarak tescil yaptıran hak sahibinin daha sonra herhangi bir ihtiyati tedbir kararı ile hakkını kullanmasının engellenmesiyle karşı karşıya kalmasının tescile olan güveni ortadan kaldıracağı, bu durumun ise fikri mülkiyet hukukunun ilkelerinden olan tescil ilkesiyle ters düşer nitelikte olacağı söylenebilir.  

Uygulamada yerel mahkemelerin bu kararları örnek alarak, tescilli hakkın kullanılmasının ihtiyati tedbir kararlarıyla engellendiği görülmektedir. Nitekim İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin 13.03.2018 tarih, 2018/280 E.-2018/616 K. saylı kararı ile “...10 Ocak 2017'de yürürlüğe giren 6769 sayılı SMK'nın 155.maddesi gereğince marka tescilinin artık bir savunma gerekçesi olarak ileri sürülemeyeceği, yasa hükmünün ve madde gerekçesinin son derece açık olduğu somut olayda davalının ürünlerinde yer alan işaretin, davacının ... no'lu şekil markasıyla aynı olduğu, böylece SMK'nın 159.maddesi ile HMK'nın 389-390.maddelerinde yazılı tedbir koşullarının oluştuğu gözetilerek, davacının istinaf isteminin kabulü ile aşağıdaki karar verilmesi gerekmiştir...” gerekçesiyle yerel mahkemenin ihtiyati tedbir talebinin reddine yönelik kararın kaldırılmasına karar vermiştir.  

 

Av. Esra Melis İstikbal 

 

Kaynakça: 

1. İstanbul Barosu, Sınai M. K’nun 1 yıllık uygulaması toplantısı notları, 10.05.2018 

2. Suluk, Karasu, Nal; Fikri Mülkiyet Hukuku, Eylül 2017, Seçkin Yayıncılık

3. Fikri Mülkiyet Vekilleri Derneği Toplantı Notları, https://ficpi.org.tr (erişim tarihi: 08.11.2019)

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN